İhtiyar adam yaktı piposunu. Bir türlü alışamamıştı
şu lanet şeye; ama ağzından dumanların çıkması hoşuna gidiyordu. Sallandıkça
ses çıkaran sandalyesine oturdu ve düşünmeye başladı. Aslında ses çıkaran
sandalyesi değildi, yıllardır hiç bakım görmemiş döşemeden geliyordu ses.
Sandalyesini küçük bir hareketle kenara çekse kurtulabilirdi o döşemeden ama
yapmıyordu işte.
Ağırlığın öne ve arakaya gitmesiyle döşemenin
gevşeyen çivisinden periyodik sesler çıkıyordu. Tıpkı denizin dalgası, saatin
tik taklaması gibi bir şeydi bu lakin sesin biçiminin onun elinde olması hoşuna
gidiyordu. Zamanı uzatıp kısaltmak gibi bir şeydi bu sanki. Yavaş hareket
ettikçe ses ağırlaşıyor, saatin sesisin durduğunu hissedebiliyordu. Hızlandıkça
biranda sabah oluyor işte buna bir türlü anlam veremiyordu.
“Bugün de gelmedi diye” yakınmaya başlamıştı ki bir
ses duydu aniden. Yıllar önce deniz kokusu gelmesi için kendi kırdığı dört
parçalı penceresinin camından baktı dışarı. Ümitsizce adımlarını geri atıp piposundan
duman çıkararak sallanmasına devam etti. Sanki zamanı geri almak istercesine
hiç yüzünü dönmemişti sandalyeye.
Sandalyesi onun yoldaşı olmuştu. O gittiğinden beri
yatağına yatmıyordu, belki gelir de duyamam korkusuyla pencere önünde rahatsız
sandalyesinde uyukluyordu günlerdir. Uykuya dalmadan önce kapının üstünde asılı
duran oltaya takıldı gözü ve hatırından çıkmayan anılara daldı.
Deniz kenarındaki kulübesinin önünde küçük bir göl
bulunuyordu. Gölün kenarı tıpkı işlemeli tabaklar gibi çiçeklerle çevriliydi. Suyun
berraklığından gölün en dibindeki taş bile görünüyor, adeta her gün temizlenen
havuzlar gibi üzerinde bir küçük yaprak bile bulunmuyordu.
İşte her şey tam da bugün gerçekleşecekti. Yani
kayığını deniz kenarından o küçük göle çekmeye karar verdiği gün. Hâlbuki o
gölde tek bir balık bile bulunmuyordu. Kendisi de biliyordu bunu; ama size ne
kadar mantıksız da gelse yapmaya karar vermişti artık. Önce bağladığı halatları
çözdü, sonuncusunu çözerken baya bir zorladı aslında. Vazgeçecek gibi bile oldu
hatta. Belki de insanlar neden böyle bir şey yaptığını anlamayacaklardı.
Anlaşılacak yönü de yok gibiydi zaten, mantıklı olan bütün insanların da
yaptığı gibi bin bir çeşit balığın bulunduğu denizdi. Deniz de balık tutamamış
olsan bile herkes bilirdi denizde balığın olduğunu ve daha önce de tutulduğunu.
O ne yaptı? Halatlarını bir bir çözdü kayığın, yağmurdan ve fırtınadan zarar
görmesin diye özenle örttüğü brandayı kaldırdı üzerinden. Ve bütün gücüyle
kayığı itmeye koyuldu. Tam o anda keşke yanımda bir arkadaşım olsaydı diye
düşündü; ama o da anlamayabilirdi. Belki de engel olmaya kalkardı.
Kayık göle yaklaştıkça daha rahat ilerliyor, ait
olduğu yer orası gibi hissettiriyordu balıkçıya. Hatta son birkaç metresini
kayık kendi gitmişti. Göle ulaştığı anda kayıktan, nereden çıktıysa, bir kuş
gelip omzuna kondu. İşte tam o anda doğru bir karar verdiğini anladı. İşte buna
çok keyiflenmişti, bir sigara yakabilirdi lakin ona bile ayıracak vakti yoktu.
Oltasını aldı ve hiç balık bulunmayan gölde balık
tutmaya koyuldu. O gün, kimilerine göre adamın hayatı değişecekti lakin
farkında değildi, kimilerine göreyse hayatı çoktan değişmişti. O halatı çözdüğü
an yani. O günden sonra artık değirmenci değil, eski bir olta eski bir kayık
sahibi bir balıkçıydı o. Sonra oltasını ümitsizce attı, o kadar emindi ki balık
tutamayacağından yem takma zahmetine bile girmemişti. Oltayı atalı birkaç
saniye olmuştu ki titremeye başladı. Şaşkınlık içindeydi ihtiyar. Hızlıca çekti
oltayı ve ömründe görmediği kadar güzellikte ki balığı yakalamış oldu. Balık
suyun yüzeyinde dudaklarını konuşurmuşçasına hareket ettiriyordu. İhtiyar
şaşkınlıktan ne yapacağını bilmiyordu. Dibindeki taşın bile rahatlıkla
göründüğü gölde balık tutmuştu, bir de balığın harikulade güzelliği eklenince
dakikalarca şaşkın şaşkın baktı balığa. Kuyruğu suda, gövdesi havada iki dünya
arasında kalmışçasına çırpınıyordu balık. İhtiyar bu güzelliği öldürmenin bir
ihanet olabileceğini düşündü ve sonunda balığı suya bıraktı. Balık teşekkür
eder gözlerle ona baktı, suyun içinde bir anda kayboluverdi. Balığın ardından
tekrar olta atmayı denemeden harabe kulübesini yolunu tuttu.
İşte bu günlere dayanıyordu balıkla dostluğu. Onu
göle bıraktıktan sonra balık uçarak yanına gelirdi balıkçının akşamları. Ama
artık gelmiyordu işte. Belki onunla tanıştıktan sonra çıktı balığın kanatları
belki de hep vardı. Bir anda doğruldu sandalyesinden ve göle koşarak ilerlemeye
başladı. Var gücüyle koşuyordu. Hayatında neyin eksik olduğunu şimdi anlıyordu.
Atladı göle, o da bir anda kayboluverdi.
Sercan Çoban
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder