27 Ocak 2014 Pazartesi

Asla Bir Aşk Hikâyesi Değil!


İhtiyar adam yaktı piposunu. Bir türlü alışamamıştı şu lanet şeye; ama ağzından dumanların çıkması hoşuna gidiyordu. Sallandıkça ses çıkaran sandalyesine oturdu ve düşünmeye başladı. Aslında ses çıkaran sandalyesi değildi, yıllardır hiç bakım görmemiş döşemeden geliyordu ses. Sandalyesini küçük bir hareketle kenara çekse kurtulabilirdi o döşemeden ama yapmıyordu işte.

Ağırlığın öne ve arakaya gitmesiyle döşemenin gevşeyen çivisinden periyodik sesler çıkıyordu. Tıpkı denizin dalgası, saatin tik taklaması gibi bir şeydi bu lakin sesin biçiminin onun elinde olması hoşuna gidiyordu. Zamanı uzatıp kısaltmak gibi bir şeydi bu sanki. Yavaş hareket ettikçe ses ağırlaşıyor, saatin sesisin durduğunu hissedebiliyordu. Hızlandıkça biranda sabah oluyor işte buna bir türlü anlam veremiyordu.


“Bugün de gelmedi diye” yakınmaya başlamıştı ki bir ses duydu aniden. Yıllar önce deniz kokusu gelmesi için kendi kırdığı dört parçalı penceresinin camından baktı dışarı. Ümitsizce adımlarını geri atıp piposundan duman çıkararak sallanmasına devam etti. Sanki zamanı geri almak istercesine hiç yüzünü dönmemişti sandalyeye.
Sandalyesi onun yoldaşı olmuştu. O gittiğinden beri yatağına yatmıyordu, belki gelir de duyamam korkusuyla pencere önünde rahatsız sandalyesinde uyukluyordu günlerdir. Uykuya dalmadan önce kapının üstünde asılı duran oltaya takıldı gözü ve hatırından çıkmayan anılara daldı.

Deniz kenarındaki kulübesinin önünde küçük bir göl bulunuyordu. Gölün kenarı tıpkı işlemeli tabaklar gibi çiçeklerle çevriliydi. Suyun berraklığından gölün en dibindeki taş bile görünüyor, adeta her gün temizlenen havuzlar gibi üzerinde bir küçük yaprak bile bulunmuyordu.

İşte her şey tam da bugün gerçekleşecekti. Yani kayığını deniz kenarından o küçük göle çekmeye karar verdiği gün. Hâlbuki o gölde tek bir balık bile bulunmuyordu. Kendisi de biliyordu bunu; ama size ne kadar mantıksız da gelse yapmaya karar vermişti artık. Önce bağladığı halatları çözdü, sonuncusunu çözerken baya bir zorladı aslında. Vazgeçecek gibi bile oldu hatta. Belki de insanlar neden böyle bir şey yaptığını anlamayacaklardı. Anlaşılacak yönü de yok gibiydi zaten, mantıklı olan bütün insanların da yaptığı gibi bin bir çeşit balığın bulunduğu denizdi. Deniz de balık tutamamış olsan bile herkes bilirdi denizde balığın olduğunu ve daha önce de tutulduğunu. O ne yaptı? Halatlarını bir bir çözdü kayığın, yağmurdan ve fırtınadan zarar görmesin diye özenle örttüğü brandayı kaldırdı üzerinden. Ve bütün gücüyle kayığı itmeye koyuldu. Tam o anda keşke yanımda bir arkadaşım olsaydı diye düşündü; ama o da anlamayabilirdi. Belki de engel olmaya kalkardı.

Kayık göle yaklaştıkça daha rahat ilerliyor, ait olduğu yer orası gibi hissettiriyordu balıkçıya. Hatta son birkaç metresini kayık kendi gitmişti. Göle ulaştığı anda kayıktan, nereden çıktıysa, bir kuş gelip omzuna kondu. İşte tam o anda doğru bir karar verdiğini anladı. İşte buna çok keyiflenmişti, bir sigara yakabilirdi lakin ona bile ayıracak vakti yoktu.

Oltasını aldı ve hiç balık bulunmayan gölde balık tutmaya koyuldu. O gün, kimilerine göre adamın hayatı değişecekti lakin farkında değildi, kimilerine göreyse hayatı çoktan değişmişti. O halatı çözdüğü an yani. O günden sonra artık değirmenci değil, eski bir olta eski bir kayık sahibi bir balıkçıydı o. Sonra oltasını ümitsizce attı, o kadar emindi ki balık tutamayacağından yem takma zahmetine bile girmemişti. Oltayı atalı birkaç saniye olmuştu ki titremeye başladı. Şaşkınlık içindeydi ihtiyar. Hızlıca çekti oltayı ve ömründe görmediği kadar güzellikte ki balığı yakalamış oldu. Balık suyun yüzeyinde dudaklarını konuşurmuşçasına hareket ettiriyordu. İhtiyar şaşkınlıktan ne yapacağını bilmiyordu. Dibindeki taşın bile rahatlıkla göründüğü gölde balık tutmuştu, bir de balığın harikulade güzelliği eklenince dakikalarca şaşkın şaşkın baktı balığa. Kuyruğu suda, gövdesi havada iki dünya arasında kalmışçasına çırpınıyordu balık. İhtiyar bu güzelliği öldürmenin bir ihanet olabileceğini düşündü ve sonunda balığı suya bıraktı. Balık teşekkür eder gözlerle ona baktı, suyun içinde bir anda kayboluverdi. Balığın ardından tekrar olta atmayı denemeden harabe kulübesini yolunu tuttu.

İşte bu günlere dayanıyordu balıkla dostluğu. Onu göle bıraktıktan sonra balık uçarak yanına gelirdi balıkçının akşamları. Ama artık gelmiyordu işte. Belki onunla tanıştıktan sonra çıktı balığın kanatları belki de hep vardı. Bir anda doğruldu sandalyesinden ve göle koşarak ilerlemeye başladı. Var gücüyle koşuyordu. Hayatında neyin eksik olduğunu şimdi anlıyordu.
Atladı göle, o da bir anda kayboluverdi.

Sercan Çoban

Hiç yorum yok: