14 Mart 2014 Cuma

Balkon


Balkonlarının önünde küçük bir bahçe bulunuyordu. Küçükken olsa bu bahçe ona sonsuz görünebilirdi. Şimdi ise gözünün önündeki küçük teferruatlar gibi.

Balkonsa, bilindik ailelerin yaptığı hiçbir işe yaramıyordu zaten. Orada oturup ne küçük aile sohbetleriyle çay içiyorlar ne de canı sıkılınca oturup sigara içiyordu biri. Düşününce balkonu en fazla kullanan oydu herhalde. O da pek mantıklı şeyler yapmıyordu. Balkondaki mozaik taşları kalemle karalamak mantıklı bir iş sayılmaz. Ya da karaladıklarını bir karakter olarak tasavvur etmek.


Birden bir ses duydu:
-          Ne yapıyorsun bakalım gene?
Bu ses öyle çok uzaklardan gelen bir şey değildi. Bakındı öyle etrafına. Tekrar duydu:
-          Buradayım yahu?
-         
-          Nasılsın bakalım?
-          Yani, şey. İyiyim.

-          YAŞASIN!  o halde.

  Nasıl olur falan diye düşünmeye hiç fırsat vermeden konuşmaya devam etti:
-          Bu işlerde hiç iyi değilsin. Boşuna uğraşma. Kitap falan da okuyorsun ama üslubun berbat. Hem haksızsın,  burayı en fazla kullanan sen değilsin.
-          Onu da nereden çıkardın şimdi? Sen kendini aileden falan mı sayıyorsun?
       Beni sen çağırdın, şimdi de kovuyorsun öyle mi?


     Balkondan kafasını uzattı. Onu yerde yatmış ağlarken gördü. Karşı evde bir kadın şarkı söylüyordu. Sayı saymaya başladı. Hiç olmuyor sonu gelmiyordu. Biranda yine her şeyden uzaklaştı. Çamaşır teliyle oynamaya başladı. Sanki bütün dünya bir vakumla içine çekiliyor, geri püskürtülüp rastgele yerlere gidiyorlar gibiydi.

-          Ya tamam, gel buraya, gitme. Gelsene. Ya tamam, özür dilerim.
-          İşte bu yüzden seni seviyorum çocuk. Hem nasıl olurda benim konuşabileceği mi sormadın bile?

      Bunları söyledikten sonra, bir çırpıda balkondaki mozaik taşların üzerine çıktı. Onun gibi bir olsaydınız, sizde yapabilirdiniz bunu. Kirpikleri, gözyaşından dolayı birbirine yapışmıştı. Elleriyle onları düzeltmeye çalıştı, pek el denemezdi aslında onlara.

-          Merak etmedim sayılmaz. Bir kirpiyle konuşabiliyorsam seninle de konuşabilirim. Şimdi sana isim falan            koymak gerek öyle değil mi?
-          Sen ne sandın ki beni. Yeni doğmuş             falan mı? İsmim var benim.
-          Pekâlâ, pekâlâ. Hemen affettiğine göre seviyor olmalısın beni.
-          Seviyorum tabi, hem kim sevmez ki kendini?

     Anlamıştı zaten. Bu durumda başkası olsa öğrenmek istediği bir sürü soru sorabilirdi. O hiçbir şey sormadı. Soru sormak anlamsızdı. Konuşmak istemiyordu, lakin:
-          Sen ne istiyorsun hiç anlamıyorum. Neden hala konuşmuyorsun? Artık bir şeyler söylemelisin. Çek elini          yüzünden. Bu böyle gitmez sen de biliyorsun bunu.
-           Bunun cevabı belki yok. Hem olsa sen de biliyor olmalısın cevabını.
       Şu yıldızları görüyor musun? Görmüyor olamazsın değil mi?

       Kafasını yukarı kaldırmadı bile. Göremediğini biliyordu. Ama bir çocuk topunu bahçelerine kaçırdıktan sonra  oraya girerken gözlerindeki korkuyu ve heyecanı görebiliyordu. Ne çocuksu şeyler. O da farkına vardı.  Göremeyeceğini biliyordu. Denemeliydi. Çocukluk bunu gerektirirdi. Kaldırdı kafasını yukarı. Göremiyordu.  Denedi. Hayal edebilirdi. O da öyle yaptı.

-          Göremiyorsun değil mi? Ben de göremiyorum. Hiç kimse göremez. Gündüzleri yıldızlar görünmez. Orada       olduklarını bilirsin ama.
-          Bunların hepsini o kadar çok düşündüm ki yoruldum artık.
-          Biliyorum.
-          Kafamın içindekiler artık acı veriyor, onları ya çıkarıp atmalıyım ya da oldukları yerde bırakmalıyım. Bu          çalkantı artık sona ermeli.
-          Bunu da biliyorum.
-          Ne yapabilirim o zaman? Hayır! Ne yapabiliriz?
      Biz bir şey yapamayız. Sen yapabilirsin. Benden bir şey beklemek aptallık olur. En fazla yıldızları düşünmene yardımcı olabilirim.

Karşı balkondaki kadın şarkı söylemeyi bırakmış, çamaşır asmaya koyulmuştu. Onu fark etti. Balkonun mozaik taşlarına oturmuş, taşlara öylece bakıyordu. Ne yapıyor olabilirdi ki? Hiçbir fikri yoktu ama böyle bir şeyi ilk kez görüyordu, seslendi ona:
-          Pisi pisi, gel bakalım buraya, yalnız başına ne yapıyorsun orada?
      
       Sercan Çoban

Hiç yorum yok: