Çoğunca beni tanıyanlar; “sen de çok takıyosun be birader” diyorlar. Aslında çok çelişkili bir değer anlayışımız var. Duyarsız olsam; “sen de odun gibisin” derler. Duyarlı olunca da; “sen de buluttan ne kapıyorsun” diyorlar. Olumsuzluklara tepki gösterince; “sana ne, üstüne vazife mi veya her şeyi sen mi düzelteceksin?” diyorlar. Ama birisi haksızlığa uğradığı zaman; ortalığı ayağa kaldırıp bütün tanıdıklarını kendisi için örgütlemeye çalışıyor. Evet ben, bu toplumdaki diğer insanlara göre daha hassasım ama ne benim ve ne de başkalarının şiddet ve baskı görmemesi gerekmiyor mu? İnsanca bir yaşam hakkı, her insanın doğal hakkı değil mi? Çocukluğumdan itibaren çok fazla şiddet gördüğüm için; her gördüğüm şiddet olayı ve özellikle çocuklara karşı uygulanan her türlü şiddet benim ruh sağlığımı anormal bozuyor! Böyle durumlarda hemen çocuklukta yaşadığım travmaları hatırlıyorum ve yeniden aynı travmatik sendromu yaşıyorum. Bir şiddet mağduru olarak kendimden ve psikologların çalışmalarından ortaya çıktığına göre; travmaların ve özellikle çocukluk dönemi travmalarının olumsuz etkileri ve davranış bozuklukları kişiyi ömrü boyunca etkiliyor. Tedavisi en zor psikolojik vakalar; şiddet mağdurlarıdır ve onların tam bir rehabilitasyonu da söz konusu değildir. Bu konuda yapılmış milyonlarca çalışma var ve meraklıları, uzman bir psikologdan da bilgi alabilirler. Her türlü şiddet ve onun travmatik etkileri, çok komplike hasarlara yol açar. Bu sadece psikolojik mekanizma, beyin, sinir ve davranış bozuklukları değildir. İnsanın fiziksel gelişiminden, biyolojik yapısına ve hatta kemik gelişimine bile etkileri vardır. Gerek fiziksel veya ruhsal olsun; şiddet gören çocuk mutlaka diğerlerinden ayırt edilir. Bakışları, duruşu, yüz hatları, yürüyüşü, davranışları mutlaka farklılaşmıştır. Elbette davranışlar tek yönlü olmadığı için; bazıları içe kapanıp depresyona girerken, bazıları da saldırgan ve fevri ataklar gösterirler. Sonuçta, geleceğin suçlularını yaratmışızdır.
Bireye saygı ve insana saygının temel ölçütü: çocuklara ve kadınlara gösterilen saygıdır. Kimi uzmanlara göre; kız çocuklarımızın üçte biri, kimilerine göre, dörtte bir çocuk gelin! Bu bilimsel terimiyle; pedofili (sübyancılık)’tır. Çocuğa tecavüz ve sürekli işkencenin toplumsal hale gelişidir. Şimdi hangi uygarlıktan, insanlıktan, ahlaktan, erdemden, onurdan, demokrasiden, bilimden, hoşgörüden bahsedeceğiz? Ne söyleyebilirim ki? “Kanım dondu” veya “sözün bittiği an” diyebilirim. Ancak daha utanç verici olan diyanetin, müftülerin ve hatta bazı imamların hutbeden; “kız çocuklarınız reşit değilse de, evlendirirken onların onayını alın” diye fetva vermelerine ne diyeceğiz ki? Toplumsallaşmış bir sapıklığı ve iğrençliği bir de, din muhafazasına almaktan daha büyük bir iğrençlik türü var mıdır? Her ne inanç ve görüş adına olursa olsun; ahlaksızlığı, onursuzluğu, yobazlığı, gericiliği, ayrımcılığı, vahşeti, iğrençliği, sömürüyü savunma hakkı olabilir mi? İnsani değerlerin, uygarlığın, bilimin, onurun, barışın, sevginin, huzurun, hoşgörünün, saygının önünde aşmamız gereken en büyük engeller; maalesef kurumlar, yönetenler ve onların zihniyetleridir!
Bir ülkenin başbakanı çıkıp kürsüye bağırıyor –ve zaten sürekli kin ve nefret içinde sürekli bağırıyor: “bakanımı yedirtmem, milletvekilimi yedirtmem, bürokratımı yedirtmem, valimi yedirtmem, polisimi yedirtmem…” Terim anlamını dışına çıkarak, basitçe “yeme” sözcüğünün bilinçaltı çağrışımına bakalım. “Ay, yerim seni” dediğimizde; bu sevginin dilidir. Yani onu içine almak, bütünleşmek ve korumak anlamı çıkar. “Aşkın yolu, mideden geçer” sözü de bu anlamdadır. “Yerim lan bu ayakları” veya “yedirtmem lan” dediğimizde, artık şiddetin ve vahşetin dilini kullanıyor ve bir yok etmeden, öldürme eyleminden söz ediyoruzdur. Tıpkı bitki veya hayvan gibi canlıların öldürülüp çiğnenmesi, sindirilmesi ve dışkı olarak boşaltılması eylemidir. Kullandığımız dil ve sözcükler; kişiliğimizi ele verir.
Bu bağlamda; başbakanın, bir canlı yayında Necip Fazıl’ın “….kinini” çoğaltacaksın mı idi veya saklayacaksın mı idi tam hatırlayamıyorum, öğüdünü okumasıydı. Bu rastgele veya gayr-i ihtiyari yapılmış bir eylem değildir. Bilinçaltının kin ve nefretle dolu olmasından kaynaklıdır. Zaten çok eleştirildiği halde, bilmeden yaptım gibi bir özür yerine, bu eylemini savunarak; bütün kindar ve dindarları örgütlemeye çalıştı. Zaten bütün eylem ve söylemleri kin, nefret ve ayrıştırma üzerine. Bir defa bile sevginin ve uzlaşmanın söylemini bile yaptığını görmedim. Sürekli “ben ve öteki”, “biz ve ötekiler”, “itaat edeceksin”, “biat edeceksin”, “ya tarafsın ya bertaraf”, “onlar”, “düşmanlar”, “bunlar”…. Uzman değilim ama bu bence egoizmin çok ötesinde; narsist bir kişiliğin göstergesi olabilir. Bu dil şiddeti, çatışmayı, kamplaşmayı, bölünmeyi ve elbette faşizmi doğurur! Küçük yaşta devlet eliyle katledilmiş çocuğunun yasını tutan bir annenin acısına saygı göstermeyen bir kişiden söz etmeye kalktığımızda; ben şahsen, “insan” terimini bile en azından tek başına kullanamam. Bu durumda bence; ileri derecede psikolojik-patolojik bir vaka olmalıdır. Bırakın bir çocuğun katledilmesini; bir tanıdığını katleden bile, en azından aracılar göndererek, yakınlarına üzüntüsünü ve pişmanlığını bildirir. Bu, o kişinin ölüsüne ve yakınlarına saygı gereğidir. Geleneksel yapımız böyledir. Bizim geleneklerimizde, asla ölünün arkasından kötü şeyler söylenmez. Yıllar geçse bile. Kesinlikle insanların acısına saygı duyan bir gelenekten geliyoruz. Mahallemizde biri öldüğünde, en azından o akşam kahve ve meyhaneler kapatılır. En az 40 gün de çalgılı düğün yapılmaz. Yakın komşularımızdan biri ölünce, günlerce bizim evde de televizyon ve radyo açtırılmadığını ve yüksek sesle konuşmanın yasaklandığını biliyorum. Gerçekten çok güzel geleneklerimiz var ama maalesef biz güzelliklerimizi kendimiz terk ediyor ve kendimiz katlediyoruz.
İLMEK
Nasıl haykırabilirdim ki; “dünya benim mülkümdür” diye,
Vicdanım olmayaydı?
Nasıl meydan okuyabilirdim ki; bu soysuz düzene,
Yüreğimin bütün pınarlarından sevgi akmayaydı?
Bu tecavüzler çağında, ilk doğan bebek kurtaracak dünyayı,
Bütün dünyanın bebeklerinin adı; Elvan olsun,
Ancak saygıyla insanlaşılır; her çocuğun ayağı öpülsün!
Sıçtığınız her öbeğin başına tuğ dikin, başınıza sultan olsun!
Ezin ezin kini, nefreti, gururu; her gün barışa bir ilmek atılsın…
Mehmet BAYDAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder