RESTORAYSON MU, YENİ DİZAYN MI?
Ülkemizde ilk lağvedilmesi
gereken kurum; Kültür Bakanlığı ve ona bağlı, Anıtlar Yüksek Kurulu olmalı!
Başka türlü tarihsel ve kültürel mirasımızı koruyamayız. Baraj gölleri SİT alanlarına
ve Antik Çağ’dan kalmış kentler üzerine yapılıyor ama ne Kültür Bakanlığının ve
ne de ona bağlı kurulların gıkı çıkmıyor. Elbette, su altında kalan tarihi
yapıların üstünü betonluyorlar. Örneğin; Hasankeyf sular altında kalacak ama
Kültür Bakanlığı, taşınabilir olan eserleri başka yere nakletmeye çalışıyor.
Türkiye’nin en önemli anıtlarından; İNSANLIK ANITI, başbakanın talimatıyla
paramparça ediliyor ama Kültür Bakanlığı, parçaların depolanması için gayret
sarf ediyor. Diyarbakır’da, Atatürk Anıtı iş makineleriyle yerinden sökülüp
taşınıyor ama Kültür Bakanlığı ve kurullarından gık eden yok.
Topkapı Sarayı Müdürü; bu bir
tarih ve kültür katliamıdır diyerek istifa ediyor ama (bilmiyorum) belki o
katliam projesini de bakanlık kendi bütçesinden karşılamıştır. Bu bakanlığa şu
restorasyon yobazlığından vazgeçin demek lazım. Eskilerden bildiğim bir
Malabadi Köprüsü restorasyonu vardı ama şimdi o köprünün tarihi bir eser
olduğuna kimseyi inandıramazsınız! İshak Paşa Sarayı’nın çatısı cam ve metal
malzemelerle örtüldü örneğin. Topkapı Sarayı başta olmak üzere, son zamanlarda
bütün saray ve diğer tarihi yapılar, restorasyon adı altında, tam bir öcü veya
ucubeye dönüşüp çıktılar. PVC pencereler, alçı ve çimentolu sıvalar, bildiğimiz
sunta benzeri sanayi ürünü malzemeler, yağlı boya ve diğer sentetik boyaların
kullanıldığı yapılar ve içlerinde modern mobilyalar… Alın size restorasyon ama
yapının geçmişini ve geçmişle ilişkisini ancak kitabe veya mihmandardan
öğrenebilirsiniz.
Örnek olması bakımından, iki
yıldır Çorlu’da tarihi belediye binası ve yakınındaki tarihi cami
restorasyonunu anlatmam gerek. İki yıl önce, yıkık dökük ve yarı harabe
halindeydi bu yapılar. Bakınca onların tarihi kimliğini, planını, kullanılan
malzemelerini görebiliyordunuz. Sonra elbette Kültür Bakanlığı’nın onay ve
desteğiyle, bir restorasyon çalışması başladı. İşin bütün ekonomik yükünü
belediye üstlendi ama sorumlu bakanlık tabi. Burada belediyeyi takdir de ettim.
Yani iki önemli kültür mirasına sahip çıkmaları ve bunları yeniden Çorlu’ya
kazandırmak istemeleri, iyi niyetli bir çabadır. Sonra hızla restorasyon
çalışmaları başladı. Bu işler şöyle oluyor; birileri yeterlilik belgesiyle
ihaleyi alıyor ama başka bir inşaat firması veya bir taşerona veriyor. Sonrası
malum; tezgahı kuruyor inşaat işçileri, yıkık yerleri tuğla örüp betonluyorlar,
malalarıyla sıvıyorlar, iç kısımları alçı dekorasyon falan… Sonra marangozlar
geliyor, kapı, pencere ve merdivenleri, çatıyı yapıp gidiyorlar…
Restorasyonun (!) son
zamanlarıydı, şantiyeye uğradım. İşçilerin başında bir Kürt kalfa vardı,
işçileri o organize ediyordu. Son rötuşları yapıyorlar ve zemin çinilerini
temizleyen kadınlar vardı. Elbette çamaşır suyu, fırça ve deterjanlarıyla
işlerini yapıyorlardı. Anladığım kadarıyla, inşaat sırasında zemini iyi
kapatmamışlardı. Kadıncağızlar, kazıyarak kimyasallarla sürterek zemini
temizliyorlardı. Aslında kalfa, makineyle zemini temizleyecekmiş ama zemindeki
bazı çiniler oynadığı için, kırılmasın diye vazgeçmiş! Dış cephe bildiğimiz
sıva, iç cepheler de alçıyla dekore edilmiş ve bir güzel boya badana
yapılmıştı. Elbette bir tarihçi olarak, bu iğrençliği derhal terk ettim.
Şimdilerde yeni yapılmış bir köşk mü, bir kasır mı veya ne olduğu ve en fazla
yirmi yıllık olduğu sanılabilecek, modern bir yapı ortaya çıktı.
Elbette bu yapının tarihle ve
kültürle bir bağı kalmadı veya en azından cilayla parlatılmış zemin çinilerini
söyleyebiliriz. Ancak en tuhafıma giden; yol cephesindeki kör duvarlara suni
pencereler yapıştırılmış olması! Acaba bunu da, Kültür Bakanlığı’nın dahi
görevlileri mi düşündü, bilmiyorum. Ama hayatımda gördüğüm en tuhaf
ucubeliklerden biri olmuş. Gerçi artık şaşırmıyorum. Nice eski hanların,
yapıların içlerine mutfak veya kantin bölmeleri veya saraylara bitişik ya da
hemen dibine restorantlar inşa edilmesi, kafalarına göre duvarları delip bölme,
geçit açılması vaka-i adiyeden oldu. Elbette Tayyip hazretleri için bütün
saraylar ve kasırlar özel konut haline getirilmeye başlandığı için, yeni bir
dizaynla katledilmektedir. Elbette müzeler dahil, bütün tablo ve değerli
eşyaların nerede olduğu veya hangilerinin sahteleriyle değiştirildiği de belli
değil.
Eski bir kalıntı ve bir temel
kalıntısı bile; o yapının kimliğini, tarihini, planını, kullanılan malzemeler
ve tekniğini ele verir ama bizimkilerin restorasyonuyla katledilir! Artık o
yapının, kendi kimliğiyle bütün bağlantıları kopmuştur. Onun için, bırakın
yıkılsın, bırakın harabe kalsın ama orijinal kalsın. Çünkü restorasyon, çok zor
ve teknik bir iştir. Kullanılan malzemeler, orjinaliyle aynı olmalı veya benzer
olmalı. Yapının kimliği ve orjinalliği zarar görmemeli. Yapı ustalarından,
marangozuna, tesisatçısına kadar herkes, restorasyon konusunda eğitimli
uzmanlar olmalı. Zaten restorasyon işi, rastgele inşaat şirketlerine ihale
edilemez veya o konuda yeterlilik belgesi olana verilir ve de uzmanların
sürekli denetimi altında yapılmalıdır.
Bu gün ecdad ve Osmanlı
teraneleriyle ortalıkta dolaşanların, onların bütün kültürel miraslarını yok
etmeleri çelişkisiyle karşı karşıyayız. Kısacası yobaz tahribatından tarih ve
kültür de birinci dereceden yok edilerek nasibini alıyor.
Mehmet BAYDAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder