24 Ocak 2015 Cumartesi

RESTORASYON MU, YENİ DİZAYN MI? Mehmet BAYDAN

                                 RESTORAYSON MU, YENİ DİZAYN MI?

Ülkemizde ilk lağvedilmesi gereken kurum; Kültür Bakanlığı ve ona bağlı, Anıtlar Yüksek Kurulu olmalı! Başka türlü tarihsel ve kültürel mirasımızı koruyamayız. Baraj gölleri SİT alanlarına ve Antik Çağ’dan kalmış kentler üzerine yapılıyor ama ne Kültür Bakanlığının ve ne de ona bağlı kurulların gıkı çıkmıyor. Elbette, su altında kalan tarihi yapıların üstünü betonluyorlar. Örneğin; Hasankeyf sular altında kalacak ama Kültür Bakanlığı, taşınabilir olan eserleri başka yere nakletmeye çalışıyor. Türkiye’nin en önemli anıtlarından; İNSANLIK ANITI, başbakanın talimatıyla paramparça ediliyor ama Kültür Bakanlığı, parçaların depolanması için gayret sarf ediyor. Diyarbakır’da, Atatürk Anıtı iş makineleriyle yerinden sökülüp taşınıyor ama Kültür Bakanlığı ve kurullarından gık eden yok.
Topkapı Sarayı Müdürü; bu bir tarih ve kültür katliamıdır diyerek istifa ediyor ama (bilmiyorum) belki o katliam projesini de bakanlık kendi bütçesinden karşılamıştır. Bu bakanlığa şu restorasyon yobazlığından vazgeçin demek lazım. Eskilerden bildiğim bir Malabadi Köprüsü restorasyonu vardı ama şimdi o köprünün tarihi bir eser olduğuna kimseyi inandıramazsınız! İshak Paşa Sarayı’nın çatısı cam ve metal malzemelerle örtüldü örneğin. Topkapı Sarayı başta olmak üzere, son zamanlarda bütün saray ve diğer tarihi yapılar, restorasyon adı altında, tam bir öcü veya ucubeye dönüşüp çıktılar. PVC pencereler, alçı ve çimentolu sıvalar, bildiğimiz sunta benzeri sanayi ürünü malzemeler, yağlı boya ve diğer sentetik boyaların kullanıldığı yapılar ve içlerinde modern mobilyalar… Alın size restorasyon ama yapının geçmişini ve geçmişle ilişkisini ancak kitabe veya mihmandardan öğrenebilirsiniz.
Örnek olması bakımından, iki yıldır Çorlu’da tarihi belediye binası ve yakınındaki tarihi cami restorasyonunu anlatmam gerek. İki yıl önce, yıkık dökük ve yarı harabe halindeydi bu yapılar. Bakınca onların tarihi kimliğini, planını, kullanılan malzemelerini görebiliyordunuz. Sonra elbette Kültür Bakanlığı’nın onay ve desteğiyle, bir restorasyon çalışması başladı. İşin bütün ekonomik yükünü belediye üstlendi ama sorumlu bakanlık tabi. Burada belediyeyi takdir de ettim. Yani iki önemli kültür mirasına sahip çıkmaları ve bunları yeniden Çorlu’ya kazandırmak istemeleri, iyi niyetli bir çabadır. Sonra hızla restorasyon çalışmaları başladı. Bu işler şöyle oluyor; birileri yeterlilik belgesiyle ihaleyi alıyor ama başka bir inşaat firması veya bir taşerona veriyor. Sonrası malum; tezgahı kuruyor inşaat işçileri, yıkık yerleri tuğla örüp betonluyorlar, malalarıyla sıvıyorlar, iç kısımları alçı dekorasyon falan… Sonra marangozlar geliyor, kapı, pencere ve merdivenleri, çatıyı yapıp gidiyorlar…
Restorasyonun (!) son zamanlarıydı, şantiyeye uğradım. İşçilerin başında bir Kürt kalfa vardı, işçileri o organize ediyordu. Son rötuşları yapıyorlar ve zemin çinilerini temizleyen kadınlar vardı. Elbette çamaşır suyu, fırça ve deterjanlarıyla işlerini yapıyorlardı. Anladığım kadarıyla, inşaat sırasında zemini iyi kapatmamışlardı. Kadıncağızlar, kazıyarak kimyasallarla sürterek zemini temizliyorlardı. Aslında kalfa, makineyle zemini temizleyecekmiş ama zemindeki bazı çiniler oynadığı için, kırılmasın diye vazgeçmiş! Dış cephe bildiğimiz sıva, iç cepheler de alçıyla dekore edilmiş ve bir güzel boya badana yapılmıştı. Elbette bir tarihçi olarak, bu iğrençliği derhal terk ettim. Şimdilerde yeni yapılmış bir köşk mü, bir kasır mı veya ne olduğu ve en fazla yirmi yıllık olduğu sanılabilecek, modern bir yapı ortaya çıktı.
Elbette bu yapının tarihle ve kültürle bir bağı kalmadı veya en azından cilayla parlatılmış zemin çinilerini söyleyebiliriz. Ancak en tuhafıma giden; yol cephesindeki kör duvarlara suni pencereler yapıştırılmış olması! Acaba bunu da, Kültür Bakanlığı’nın dahi görevlileri mi düşündü, bilmiyorum. Ama hayatımda gördüğüm en tuhaf ucubeliklerden biri olmuş. Gerçi artık şaşırmıyorum. Nice eski hanların, yapıların içlerine mutfak veya kantin bölmeleri veya saraylara bitişik ya da hemen dibine restorantlar inşa edilmesi, kafalarına göre duvarları delip bölme, geçit açılması vaka-i adiyeden oldu. Elbette Tayyip hazretleri için bütün saraylar ve kasırlar özel konut haline getirilmeye başlandığı için, yeni bir dizaynla katledilmektedir. Elbette müzeler dahil, bütün tablo ve değerli eşyaların nerede olduğu veya hangilerinin sahteleriyle değiştirildiği de belli değil.
Eski bir kalıntı ve bir temel kalıntısı bile; o yapının kimliğini, tarihini, planını, kullanılan malzemeler ve tekniğini ele verir ama bizimkilerin restorasyonuyla katledilir! Artık o yapının, kendi kimliğiyle bütün bağlantıları kopmuştur. Onun için, bırakın yıkılsın, bırakın harabe kalsın ama orijinal kalsın. Çünkü restorasyon, çok zor ve teknik bir iştir. Kullanılan malzemeler, orjinaliyle aynı olmalı veya benzer olmalı. Yapının kimliği ve orjinalliği zarar görmemeli. Yapı ustalarından, marangozuna, tesisatçısına kadar herkes, restorasyon konusunda eğitimli uzmanlar olmalı. Zaten restorasyon işi, rastgele inşaat şirketlerine ihale edilemez veya o konuda yeterlilik belgesi olana verilir ve de uzmanların sürekli denetimi altında yapılmalıdır.
Bu gün ecdad ve Osmanlı teraneleriyle ortalıkta dolaşanların, onların bütün kültürel miraslarını yok etmeleri çelişkisiyle karşı karşıyayız. Kısacası yobaz tahribatından tarih ve kültür de birinci dereceden yok edilerek nasibini alıyor.

                                                                Mehmet BAYDAN

Hiç yorum yok: