8 Şubat 2015 Pazar

İPEK HALIDAKİ MİDYE MEHMET BAYDAN

                            İPEK HALIDAKİ MİDYE
I
Bütün politik doğruların doğrultusunu, rant ilişkileri belirlemiyor mu?
Her mü’min, içindeki boşlukları doldurmaya çalışmıyor mu, ilahi boşluklarla?
Ne kadar paralel gözükse de doğrular, mihrapta mihraklaşırlar yeşil dolarlarla,
İmamlar, ilahiyatçılar, imanlılar dolarlarını imanlarının üstünde taşımıyor mu?

Tedavüle giren her dolar, daha bir yücelik katar Allah’ın ifadesine,
Koli basilinden hızlı çoğalıyor Allah maskaraları, bütün mikrolarını barkotluyorlar dine,
Zaten dürüstüm diye Allah da almıyor beni, kozmik alemine,
Her an yeni bir sapıklık virüsü yüklüyor ulema, Kuran’ın ayetlerine!

İşlemiyor içime puştluk, içimin bütün boşluklarını ispirtoyla doldurduğum için belki,
Sürekli mavi bir alevle yanıyor içimin ateşi,
Ama kıpkızıldır gözlerimin alevinin dilleri,
Artık kırbaçlama beni tanrım, canım hiç acımıyor ki!

Senin cehenneminden daha harlı yanıyor içimin ateşi tanrım,
Derimi değiştir tanrım, mavi bir yüz istiyorum senden,
Çeliğini içimde erit ama yüzsüz ilahiyatçılarına yüz ver benden,
Ateşimi arttır, yangınımı çoğalt, alevlerimle arş-ı alaya ulaşmalıyım.

Kim çözmüş, kim ermiş sırrına hayatın ve yaşamını ipek bir halı olarak örmenin?




II
Kestim bileklerimi, insan zamanıyla tam yirmi beş yıl önce, bir mutluluk nöbetinde,
Yirmi yıldır neden tükenmiyor, damarlarımdan fışkıran hüsran?
Hiçbir at dayanamazdı bu kadar çok dört nala, kendi yalnızlığına koşmaya,
Elbette insanlardan kaçmıyorum, ahmaklıktan koruyorum kendimi sadece.

Açtıkça kendini, uzaklaşırsın beninden, adın ne, kimlerdensin sayın midye?
Unut hayatı, zamanı ama unutma; bir kum tanesinin zamanının evrenin hayatı olduğunu,
Bizim zamanımız kısa ama yalnızlığımız sonsuz be midye,
Belki de onun için, birbirimizi indiririz mideye,
Bir saate vursak hani hayatımızı, sen bir tık, ben bir takızdır,
Ötesi kefen bezinde tek bir düğüm, işte o kadar,
Ve her ceset, kefeninden önce çürümeye başlar.

Kim kabullenmişse çürüyüp gideceğini, hayatını kurmuştur geleceğe,
Hiçbir duvara zamanı anlatamaz, üstünde eksilen takvim yaprakları,
Ve bir gün çürüyüp dağılır duvar dahi,
Yaşamaya devam eder, içindeki kum tanesi.
Hayır ben umudumu hiç kaybetmedim, ölüsünü taşıyorum yüreğimin üstünde,
Öyle gürbüz ve öyle sonsuzdu ki benim umudum; sürekli sikilmekten de ölmezdi hani,
AİDS, EBOLA, FRENGİ bulaştırdılar bütün virüslerini,
Ben satmayınca umudumu, umut tacirleri,
Yara bere içinde, kuruya kuruya sonsuz bir ızdırapla öldü umudum,
Ama ben ona hiç ihanet etmedim, mumyalayıp çaktım yüreğime,
Ben onun anısına bile ihanet etmedim, asla umudumu kaybetmedim…
Oysa şimdi herkes, umut tacirlerinin sürtük fahişesi!

III
Dün gece kaldırımda, bir apartman boyu ucube bir yaratık çıktı karşıma,
Çürümüş etleri öyle lanet kokuyordu ve ulur gibi konuşuyordu,
“ben senin tanrınım, secde et ayaklarıma lan deli kulum” dedi.
Sana secde eden sürüsüyle ahmak kulun var, sağdan gidiyorum geçiş üstünlüğü benim dedim.
Öfkeden titreyip ulumaya başladı, ne dediği anlaşılmıyordu,
Çıktım yola, bastım gittim.
Duymuştur herhalde; cehennemini, gazabını sikim,
yakmayı, yıkmayı öğrendin de bir sevmeyi öğrenemedin felaket tellalı dedim.
Camilerde geçti çocukluğum, gençliğim ama oralara hiç uğramazdı Allah,
Ne tuhaf bu hayat çelişkisi dedim;
Gecenin bir yarısı, tam da zil zurna sarhoşken karşımdaydı.
Anlaşılan mabud, hiçbir mabede uğramıyordu .
Oysa bu yavşaklar neden hep, Allah adına konuşuyordu?



IV
Yıllarca hayatı aradım ama yoktu işte
Mabetlerde, hacda, kutsal kitaplarda, ispirtolu gecelerde,
Ne esmer ne beyaz kadın tenlerinde ve ne yeşil ne kara kadın gözlerinde,
Ne coşkulu vaazlarda ve ne ilahilerde ve ne de sarhoş şairlerin coşkulu şiirlerinde…
Yani kırılınca kanatlarım, mıhlanınca yere ayaklarım,
Yaşlı bir ulemanın sürekli tecavüz ettiği bir çocuk kadar,
Nefret ettim yaşamaktan!
Ve sürekli aradım kurtuluş olan ölümü ama bulamadım.
Ne hayat var ne ölüm, ne gerçek ne yalan, kim biliyor doğruyu?
Her kazdığım mezardan kemikler çıktı,
Ne yaşadıkları belliydi ve ne de öldükleri hiçbirinin,
Ne gülüyorlardı ne ağlıyorlardı,
Ne korkunç ne komiklerdi,
Ne umut vardı, ne pişmanlık, ne korku ve ne de hayal…
Ne huri isteyen vardı ve ne de ateşten korkan…
Savunamıyordu bile kendini hiçbir iskelet…
Kim zevk alamıyorsa hayattan, en çok o korkar ölmekten.

Can sıkıntısından başka ne getiriyor insanlara; zamanı, anıları, altınları biriktirmek?...
                                                               Mehmet BAYDAN
                                                                07.02.2015




Hiç yorum yok: