AYNADAKİ
MÜSLÜMAN
Geçen yıl bir habere
rastlamıştım. İngiliz veya Hollandalı biri Müslüman olmuş, yıllar önce. Yani
Müslüman olunca, gelmiş Ortadoğu’ya ve hem kaynağından öğrenmek ve hem de yeni
din kardeşlerini yakından tanıyabilmek için, başlamış cami-cemaat dolaşmaya.
Sonunda adamın söylediği, kelimesi kelimesine; “eğer Müslüman olmadan önce, bu
Müslümanları tanısaydım; kesinlikle Müslüman olmazdım!” diyor. Merak etmeyin,
adam tekrar Hristiyanlığa dönmemiş ve ateist falan olmamış. Avrupa’ya dönmüş ve
nesli tükenen onurlu ve ahlaklı Müslüman kaldığını ispatlamak için, orada
yaşamaya devam kararı almış. Çok zaman geçtiği için adamın adını, milliyetini,
haberi nereden okuduğumu falan unuttum ama maalesef, durum bu kadar vahim.
Bizim politikacılar anti-İslamizm, İslam fobisi falan diyorlar ama durum
ortada. Her türlü ayrımcılık, vahşet, ahlaksızlık, yolsuzluk almış başını
gidiyor, İslam devletlerinde. Bu yüzden insanların aklına hangi tür kötü bir
fiil gelse, hemen kafasında çember sakallı bir Müslüman imgesi beliriyor ve
daha kötü olansa; Müslümanların kafasında da aynı imge beliriyor. Zaten artık
kötü bir fiili yapan, Müslüman değilse insanlar şaşırıyor.
Hiç insanlık onuru, ahlak ve etik
kurallardan bahsetmeden; insanları dini eğitimden geçirmek ve dinle örgütlemek;
nasıl başka tür bir sonuca yol açsın ki? Sadece Müslüman olanlar cennete gider
ve her Müslüman, sadece Müslüman olduğu için, eninde sonunda cennete gidecekse
ve elbet Müslüman olmayan –elbet Sünni Müslüman olmayan doğrudan cehennemlikse;
her Müslüman’ın her tür kötülüğü başkalarına yapma hakkı vardır. Yaptıkları
yanlış olursa da, nasıl olsa tövbe edip kurtulma hakkı da ona verilmiştir. Onun
için bütün ahlaksız, kötü, yanlış olan sapkınlar; Sünni Müslüman olmayanlardır
ve onların her söylediği, yaptıkları batıldır. Bütün bu din anlayışı ve
propagandası; ülkemizi ve İslam dünyasını uygar dünyanın dışına itmiş ve vahşi
barbarlar haline getirmiştir! Lütfen artık aynaya bakalım ve gördüğümüzü inkar
etmeyelim. Ata gözlüğü, ufku genişlesin ve gözleri açılsın diye takmazlar.
Kendi kendimize yakıştırdığımız güzel sıfatlar, bizi güzelleştirmediği gibi,
daha bir maskararlaştırır!
Hep işin kolayına kaçtı
yönetenler. Kaynak yaratamadıkça, eğitimi, bilimi, teknolojiyi üretemedikçe;
verdiler gazı, coşkuyu; ezan-bayrak-Allah Allah, yürüsün cahiller sürüsü…
Elbette ileriye yürüyemeyenlerin, mevziler kazıp sürekli kendilerini savunmak
zorunda kalması doğaldır. Ancak hiçbir mevzi, sonsuza kadar savunulamaz.
Cephane azaldığında ve karşındaki güçlerin saldırısı yoğunlaştığında, ricat
kaçınılmaz olur. Avrupa Rönesans’ından beri, Müslümanların ricatı devam ediyor
ve hiçbir yerde tutunamadıkları için, sürekli zamanı geri çeviriyorlar ama
tutunamamak ve uygarlıktan kopmak çok vahim sonuçlara yol açar. Büzülme sürekli
sürtünme ve ısının artışı, içte şiddetli tepkimelerin oluşması demektir.
Karşısındaki ordulara saldırma cesaretini yitirenler; sıkışık alanda sürekli
birbirleriyle savaşmak ve birbirlerini yemek zorunda kalırlar. Tehlikeli olan içe
kapanmak ve iç çatışmalardır. Aslında bütün devlet ve toplumları çökerten, iç
çatışmalardır. Dış güçler, bazı devletlere son vermiş olsa da; öncesinde içten
çöktükleri için öyle olmuştur. İslam, uygar dünyadan, uygarlıktan ve bilimden
tamamen kopmuş ve tamamen büzülmüştür. Uygar dünya ve zamanla bütün bağlarını
koparmış İslam aleminin; hiçbir uygarlık hedef ve projesi olmadığı gibi, artık
öbür dünyanın cennetinden başka vaadi kalmamıştır Müslümanlara.
Sürekli din eğitimi, sürekli
artan cami ve imam sayısıyla çözülüyor mu sorunlar? Böyle olunca, belki cennete
gidecek bütün Müslümanlar ama dünyayı sürekli cehenneme çeviriyorlar. Kendi
ülkem adına, sürekli artan din eğitimi, devleti dincilerin yönetmesi, sürekli
artan cami-imam-hafız-ilahiyatçı sayıları ve her kurumu ve toplumu dincilerin
yönetmesi –kısaca resmen ilan edilmemiş Şeriat, sonucu geldiğimiz noktada; her
türlü şiddet, vahşet, cinayetler, ayrımcılık, yolsuzluk, zorbalık, her tür
doğal ve beşeri kaynakların yok edilmesi, her tür sömürünün artması –ve elbette
demokrasi, özgürlük, insan haklarının ortadan kaldırılması, adalet ve hukukun
yok edilmesi, zorbalık ve diktatörlüğün iyice pekişmesi gibi sonuçların
ötesinde: ahlak, onur ve erdemin yok edildiğini, 12 yıllık kısa sürede yaşadık!
O çok övündükleri ekonomi de, hızla çöküyor. Bu kadar yolsuzluğa,
kayırmacılığa, keyfiliğe ve plansızlığa para mı dayanır? Uygar dünya birim
fiyatlarının, dört-beş misli daha pahalı ama onlardan çok daha kalitesiz bir
şekilde yandaşlara dağıtılan ihalelerle yapılan yatırımlar ve yok dibine kadar
sömürülmüş insan ve doğal kaynakları, artık yenilemenin de bir yolu yok. Vadesi
gelmiş ama karşılığı olmayan iç ve dış borçlar, her alanda çöküşe geçmiş üretim
ve dünya istatistiklerinde her türlü kirlilik ve kötülükte rekorlar kıran bir
Türkiye! Bilim, sanat, teknoloji, üretim, insan hakları, eşitlik, özgürlük ve
diğer bütün uygarlık kriterlerinde dibe vurmuş bir Türkiye! İki Türkiye bu.
Ilımlı İslamcılıkla başlayıp ve hızla Sünni-İslam Şeriatına kucak açan ve
dinci-kinci yönetimin dindarlık projesinin göstergesi ortada. Coğrafi olarak
ülkemizin bir kısmı Avrupa’da ama 12 yılda, uygarlık anlamında; Avrupa’dan en
az, 1200 yıl uzaklaştık!
Hiçbir zaman nitelikli ve
bilimsel eğitim sistemimiz olmadı. Gerçi kaynaklar iyi kullanılsa ve yönetenler
yolsuzluk yapmasalar olabilirdi. Eğitemediğimiz ve besleyemediğimiz cahil
insanları gönderdik emek kölesi olarak Avrupa’ya. Sıkıştıkça Türkiye, onların
birikimlerini sömürdü devlet olarak. İnsanlar, güven kaybedince de, bu sefer
boşluğu İslamcı örgütler doldurdu. Başta DİANET’in camileri olmak üzere, bir
bir parsellediler bu örgütlere insanları. Hem soydular ve hem de
aydınlanmalarını ve uyanmalarını engellemek için, bulundukları ülkelerin
toplumlarından onları kopararak, iyi birer yobaz yaptılar. İlginçtir,
Müslümanlar veya başka bir cemaat için değil de, doğrudan; “TÜRKEN RAUS” tu
slogan. Alevi kökenliler dışındakiler ve hatta şimdi üçüncü kuşak bile, uyum
sağlayamadı bulundukları ülkenin kültürüne. Çünkü bütün Sünniler;
cami-cemaat-tarikat dolanıp duruyorlar. Bu gün Anadolu’daki yobazlardan bile
yobazlar, Batı Avrupa’nın göbeğinde!
Elbette iktidara geldikten sonra,
hızla Tayyip yeni bir organizasyona girişti Avrupa’da. Önce MGT’ler ve cemaat
ittifakları, tarikat işbirlikleriyle ve elbet cami-imamlarla bütün Sünniler
örgütlendi. İçinde bulunduğu toplumu dışlayan, aşağılayan ve onların kültürünü
ahlaksızlık olarak gören bir cemaat; neye neden olur? Şimdi Almanya ve
Avusturya’da başlayan protesto dalgaları da aslında, göçmen ve Müslümanlara
karşı değildir; özünde tamamen Türkiye Sünnilerine karşıdır. Bu dalga,
büyüyerek yayılacak ve muhtemelen çatışmalara dönüşecektir. Bu dinci yobazlar;
kendi inançlarından başka hiçbir inanca, insana saygı duymadıkları gibi, onları
aşağılamakta ve ahlaksız olarak nitelemektedirler. Lise mezunu gençler bile,
100 kelime Türkçe, 120 kelimelik Almanca dağarcığı olması bir yana; vatandaşı
oldukları ülkenin tarihi ve kültürüyle ilgili de bir şey bilmiyorlar. Kendi
inançlarında da samimi olmadıkları gibi, riyakarlık ve takiyeden başka
tuttukları yol da yok. Bu durumda da, içinde yaşadıkları toplumun, suç
oranlarını arttırmaktan başka bir katkıları olmuyor. Maalesef durum bu. Elbette
aynaya bakınca, gözleri açık tutmak gerekiyor.
Geçen hafta fabrikada bir kadınla
sohbet ederken, Tokatlı olduğunu söyledi. Galiba Tunceli’den sonra en yoğun
Alevi nüfusu Tokat’dadır. O yüzden gayr-ı ihtiyari, Alevi misin, diye sordum.
“Elhamdülillah Müslüman’ım!” dedi. Elbette Alevi değilim veya Sünni’yim ya da
Hanefi’yim diyebilirdi. Ben ona dinini sormamıştım, mezhebini sormuştum.
Alevileri Müslüman kabul etmiyordu ama bu söylemle insan da kabul etmiyordu. Bu
iki kelimelik cevapta; insan olmanın, değerli olmanın tek koşulunun, Sünni
Müslüman olmak olduğunun bütün kodları gizliydi. Bu, bu günkü egemen zihniyetin
zihniyeti ve bu zihniyetin bütün ayrımcılığını, bölücülüğünü, nefretini, kinini
yurt içi ve dışındaki Sünnilere içselleştirmeyi başardığını gösteren bir
örnektir. Artık bu bölünmüş ve insani değerleri düşman kabul etmiş fanatikleri;
birleştirmek, bütünleştirmek, insani ve ahlaki değerleri öğretmek,
sevgi-saygı-hoşgörü ilkelerinde buluşturmak, başka inanç, kültür ve değerlerin
de yaşam hakkı olduğunu ve önemli olanın, kültürel çeşitlilik olduğunu öğretmek
olanaksızdır! Cam sürahi kırılmış ve su akıp gitmiştir. Ne o su geri
toplanabilir ve ne de o cam parçaları birleştirilebilir artık. Zemine dağılmış
kesici, delici ve çok tehlikeli çöplerden başka bir şey yoktur. Kimse itiraz
etmesin, ben sadece aynaya ve toplumun aynasına bakarak, gerçek görüntüleri
anlatıyorum. Artık aynaya bakan takiyeciler, aynada kurt görürken; gözlerini
kapatıp masum bir kuzuyu tarif ediyorlar ama zulmün, despotluğun, vahşetin kan
gölüne çevirdiği ve bütün insanlık değerlerinin ayaklar altına alındığı bir
İslam coğrafyası gerçeği dünyanın kabusu olarak ortada duruyor.
Ben bu ilahiyatçıların, radikal
İslamcıların, dinci politikacıların ve bütün bu dinci örgütlerin kirlilik ve
ahlaksızlığı kasıtlı yaydıklarına ve hepsinin Mason olduğuna inanıyorum. Sonuca
baktığımızda; hem İslam coğrafyasının doğal ve beşeri kaynakları yok ediliyor
ve hem de geleceği yok ediliyor. Bunun sonucu olarak da; mürtedlik ve ateizm
İslam coğrafyasında hızla artıyor. Elbette ölüm korkusu nedeniyle insanlar,
başka dinleri seçtiklerini ve ateistliklerini gizliyorlar. Ancak bütün radikal
İslamcı örgütlerin –ki; silahlı ve silahsız- birbirleriyle organik bağlantısı
olması ve hepsinin de yöneticilerinin kuyruklarının öncesinde veya sonrasında
MOSSAD ve CİA bağlantısının olduğu gerçeği ve bu kadar büyük silah ve sermaye
hareketlerinin, özellikle Ortadoğu’da; bu iki egemen gizli servisin konrolü
dışında gerçekleşmesi, eşyanın tabiatına aykırıdır. Gerek Türk ve gerek diğer
ülkelerin gizli servisleri, her zaman taşeron olmuşlardır. Bu nedenle, Türk
gizli servisinin, özellikle son yıllarda; Ortadoğu için sürekli politikasını,
felsefesini ve yapısını değiştirmesi de, yeni taşeronluk ilişkisi gereğidir.
Özellikle II. Abdülhamit’ten bu yana, Ortadoğu’da emperyalizmin çıkarları ve
işbirliğine hizmet etmeyecek; bağımsız bir otorite ve yapı ortaya çıkmamıştır
ve çıkamaz da. Aksine, iletişim teknolojisinin gelişmesiyle; günümüzde denetim
ve otokontrollerini daha da pekiştirmişlerdir.
Bu günkü yapı; emperyalistlerin
istediği ve planladığı bir durumdur. İslam dünyasının kaynaklarının yok
edilmesinden ziyade, geleceği yok edilmektedir. Artık, çatışmaların ve vahşetin
artması ve iyice kaosa sürüklenmesi kaçınılmazdır. Ancak, kaos ortamında
olaylar bir yerlerde emperyalist mühendislerin ve işbirlikçilerinin
kontrolünden çıkabilir mi? Yani yurtsever aydınların, ortak aklında birleşme ve
kuşatmayı ortadan yarma durumu. Nadiren de olsa, geçmişte bunun epey örneği var
ama sürekli derinleşen ve kan gölüne dönüşen İslam coğrafyasında; şu durumda
bir tahminde bulunmak güç. İçinde bulunduğumuz durumda, üç ay sonrası için bile
bir kestirim yapmak zor. Bu günkü aynaya baktığımızda böyle bir umut yok. Genel
olarak hiçbir yerde, aydınların birleşik ve güçlü bir hareketleri/örgütlü
yapıları yok. Bu parçalılığın temel nedeni de; bütün İslam coğrafyasındaki
radikal dinci/politik hareketlerin ve terörün bütün olduğu ve tek merkezden
yönetildiğini göremiyor olmaları etken olabilir. Bu durumda, hem kendi
coğrafyalarında örgütlenmeleri ve hem de bütün İslam coğrafyasındaki aydınların
birbirleriyle ilişki kurmaları ve birlikte taktikler geliştirmelerinin
zorunluluğunu kavrayamamış olmalarıdır. Bunun kavranmamış olması ve halen bu
konuda bir adım bile atılamamış olması; ümitvar olmayı gerektirmiyor.
Çok şiddetli depremler, çok
yıkıcıdır ama coğrafi değişikliklere de neden olur. Şimdilik Ortadoğu’da kaos
ve vahşet derinleşecek ve iyice parçalanacaktır. Ancak özellikle 20. Yüzyıldaki
parçalanmalar, Ortadoğu’da sorunların derinleşmesinden ve yeni çatışmalar,
savaşlardan başka bir şey getirmedi. 21. Yüzyıl’da da yeniden bölünme ve
parçalanmaların daha kötü sonuçlar getirmeyeceği de ortada. Her yüzyılda
emperyalistler; Ortadoğu için, yeni bir şeriatçı deprem ve yeni bölünmeler
ortaya koyarken; uygarlık, kalkınma, zenginlik, devrim, din adına toplumların
emperyalist planın bir parçası olmaları ahmaklığı devam edecek midir? Yoksa
birileri ahmaklık rolünden vazgeçip; ben bu oyunda yokum, uyanığı oynuyorum
diyecek midir? Ya da Türkiye’dekiler; Osmanlı mezar taşlarındaki kıvrak ve
silüs harfleri heceleye heceleye, derin bir felsefeye yol bulmaya devam mı
edeceklerdir? Ancak kimse; mezar taşlarında ve tarihi kitabelerde geleceği
bulamaz. Onların özünde de; emperyalizmin sıkı işbirliğinden başka bir anlam
ifadesi yoktur.
Ya insani değerleri yeniden inşa
ederek, kültürel çeşitliliğinin zenginlik olduğu bilinciyle birleşen bir
Ortadoğu’yu inşa ederiz ve asıl düşmanın emperyalizm olduğunu bilinciyle tabi;
ya da emperyalizmin kuklaları olarak birbirimizi yiyerek, bu coğrafyayı
dünyanın en acımasız cehennemine çeviririz. İşbirlikçilikten vazgeçmek ve
kuklalarının emperyalizme bağlı iplerini kesmek… Şimdilik olası gözükmüyor ama
sonuçta zaman da insanların yarattığı soyut bir mevhumdur. Bütün bu soyut
imgeler içinde, en somutu; insan zihniyeti ve onun çok da zaman ve mekana bağımlı
olmadığı gerçeğidir. Bireysel eylemler bile genel zihniyeti hızla
değiştirebilir, dönüştürebilir ve toptan kitleleri harekete geçirebilir. Zaten
devrim dediğimiz zaman; çok ani ve toptan zihniyet dönüşümlerinin eylemliliğini
anlatmış oluruz. Mevcut durumda bir devrimin koşulları ve nesneleri oluşmuştur
ama sadece özneleri ve zihniyeti oluşmamıştır. Belki de Tunus, bir işaret
fişeğidir. Tarihi boyunca hep aydınlanmanın, düşünce ve devrim önderlerinin
yetiştiği, sol ve aydın hareketlerinin zinde olduğu bir coğrafyadaki değişim ve
dönüşüm; İslam coğrafyasına öncü olur mu? Göreceğiz ama unutmayalım; devrimler
çok ani gelişir. Hazır koşulları da olgunlaşmışken. Tarih bize gösteriyor ki;
kaos ve umutsuzluk derinleşmeden, devrimci hareketler ortaya çıkmaz veya çıkmış
olsalar da, başarılı olamazlar.
Ortadoğu’da emperyalizmi –ki;
onun doğrudan verisi yobazlık vahşetini- yenmenin ve bu coğrafyayı
birleştirmenin nesnel koşulları, hiç bu kadar oluşmamıştı. Sorun; Ortadoğu’nun
aydınları ve sefil halkları birleşip özne olabilecek ve kendi koşullarını
belirleyip, kendi kaderlerini yazabilecek midir? Çok umutlu değilim ama umutsuz
da değilim. Gelecek mutlaka gelir ama kendi geleceğini belirleyemeyenlere,
ancak tutsaklık ve sefalet olarak gelir.
Mehmet
BAYDAN
29.12.14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder