Üç
beş beyin ötede düşüncelerim, sıkışmış yatağımın ucundaki rafta bir kitabın
arasında. Sarı sayfaların yırtık uçlarında mürekkepleri doluşmuş harflerin. Ne
bir resme benziyor, ne de bir yazıya. Neye benzediği çok da mühim değil, zaten
karanlık. Kokusunu alsam, sayfaları çevirdiğimde tenime esen güney
rüzgârlarının bıraktığı sesi işitsem yeter.
Ben
anlamıştım demek, sanırım en kötüsüydü. Bodoslama atladım konuya kusura bakma
sayın okur. Farkında mısın, ne kadar benzediğimizin? Sen okumaya başladığında
bu yazıyı birinci paragrafla ikinci paragrafın uyuşmazlığını anlamaya
çalışırken, ben her yılın aynı ayında terkedilmenin anlamını çıkarmaya
çalışıyorum. Öyle anlamlar çıkarıyorum ki, sana yüklediğim anlamlar yok oluyor.
Dur konumuz bu değil, o kadar da benzemiyoruz. Sen bu yazıyı her okuduğunda ben
bir birayı daha devirmiş, güzel semtimizin Deli Erkan’ı ile bankta sabahlamış
olacağım. Sana bir sır vereyim mi sevgilim? Sen beni yine aynı ayın aynı
gününde terk ettin. Beni de bu mevsimler bitirdi işte. Aynı şarkının
ezgilerinde dans eder miydin benimle yoksa hep ‘’es’’ mi geçerdin ben
nakarattayken? Haberim mi yoktu? Kusura bakma kalbin avuçlarımda sanmıştım.
Neyse ki benimki ayakların altındaymış. Konuşamıyor musun okurken, seslenmek
istediğinde gözlerinin sınırlı hareketinden başka kaçacak bir yerin yok mu?
Önce sol, sonra sağ. Belki biraz gözyaşı, ne dersin? Yok, zannetmiyorum. O
kadar da değildir. Niye buradasın hala, neden satırlarımda dans ediyorsun?
Neden düşmüyorsun şu satırın sonundan aşağı? Artık gözlerin sağdan sola
kaymaktan vazgeçsin. Bırak gideyim, dökülsün harfler, bulansın sarı sayfalara.
Ne resim, ne de harf. Hiçbir şey kalmasın senden. Üç beş beyin ötede dedim ya
düşüncelerim, kaldır ayaklarını! Kalbimi almaya geldim.
Cüneyt
BIÇAKLAR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder