4 Temmuz 2014 Cuma

Son Bira





       “Tüm hayatın olacaktı ama olmadı’lar üzerine kurulu. İflah olmaz bi kaybedensin sen. Ne kadar berbat, boktan bi adam olduğunun farkındasın değil mi? Her bi boku görüp, eleştirip de bunu göremediğini söyleme bana. Yalnız öleceksin ahmak herif.” Ağır konuşuyordu, ağzından çıkan her kelime bi ok halini alıp beynime saplanıyordu. Normalde kimin ne söylediği, benle ilgili yargıları bi tarafımda olmazdı, istedikleri kadar sallasınlar en az benim kadar onlar da beş para etmiyorlardı zaten,  ama o söyleyince ağır geliyordu işte. Karşımda öylece oturmuş; kafasını hafifçe havaya kaldırmış, ağzının kenarlarını aşağıya bükmüş; ilkokul öğretmenim gibi konuşuyordu benle. Beni ne kadar üzdüğünün farkında mıydı acaba? Farkında olarak yapıyorsa, bu daha da üzücü.



         Şarabı kafama diktim, bitirdim hepsini. Öğürdüm, ağzıma gelenleri yuttum yine. Son biramı almak için dolaba hamle edip düşeyazdım, toparladım hemen. Hem sarhoş, hem de çok üzgün olunca ne kadar zavallı halde oluyorum ben. Ama onun karşısında dik durmaya, güçlü görünmeye çalıştım; halbuki ağlamak üzreydim. Dolabı açtım, ona bakmıyordum ama beni izlediğinin farkındaydım. Önüme düşen saçlarım ve herhangi bir noktada artık sabitlenmesi imkansız olan gözlerim yüzünden ilk önce bira yerine ketçabı çıkardım ama ona belli etmedim. Çenemden bir salyanın göğsüme kadar sarktığınıysa, yanına gittiğimde alaycı ve tiksinir vaziyette bana bakana dek anlamayacaktım. Birayı açıp masaya koydum.

     “Zavallı bir adamsın, pislik herifin tekisin, rezilsin be! Ancak konuşmayı, eleştirmeyi biliyorsun. Çünkü hiç bi boku beceremeyen, özgüveninin hepsini kaybetmiş herifler böyle yaparlar. Geçen bi kitap okuyodun ya hani, Pis Moruğun Notları diye; işte ordaki herifin en az yarısı kadar pis bi moruksun.” Nasıl oldu bilmiyorum, öfke hissettim bir an, öfke insanı kendine getiriyor. Evet, haklı olabilirdi ama bunları bana söyleyemezdi ki, o kimdi ulan? Şimdi sıçacaktım ağzına, evet. Konuşmaya başlamak için elimle bir hamle yaptığımda, bira şişesine çarptım ve son biram odadaki gerginliği artıran bir gürültüyle kırıldı. Son bira. Son. Ağlamaya başladım. Çok dolmuştum, tek elimi alnıma koyup, omuzlarımı titreterek, hıçkırmamı engellemeye çalışıp, çalıştıkça daha da çocuklaşarak ağlamaya başladım. Tam öfkelenmiştim, konuşacaktım. İlkokuldan beridir, dozu artırılarak ama teması aynı olan suçlamalardı bunlar; yine çocukluğumdan beridir de, siktirin ulan diye bertaraf ettiğim laflar, kaşarlaşmıştım yani epeyce.    Yine kendimi savunacak gücün kıvılcımı ateşleniyordu ki, son biram döküldü. Olacaktı ama olmadı.

        Bir süre kendi hıçkırıklarımı, ara ara tıkanıp kesik öksürüklerimi  duydum. Kulaklarım tıkanmış, ses içerden geliyordu. Karnımın, beynimin içinden.  Elimi alnımdan ayırmamıştım. Ayaklarımın arasında, marleyde oluşan tuzlu su gölü gitgide büyüyordu. Boşalmıştım, birinin yanında bu hale düşmek.. Zamanında etkilemeye çalıştığın kadının yanında hele, şimdi bu halde olmak, bütün eklemlerimin, duygularımın bağlarının çözülmesi durumu şüphesiz ki elimde değil, patlamış, çözülmüştüm bir kez.  Odada benim titremelerimden başka hareket, güvensiz hıçkırıklarımdan başka ses yoktu. İşkenceci polis gibi orada oturmuştu o da. Bu beni daha kötü yaptı.  Saçımı sevmesini, bana sarılmasını bekledim ne olursa olsun. İnsan bekliyor. Omzuma da dokunmadı. Bir boşver de, sakin ol da demedi. Hiç bi sikim yapmadı, beni izledi. Orada öylece beni izliyor olmasına inanamıyorum. Beni artık hiç sevmediği, hatta benden ciddi anlamda nefret ettiği ve zavallılığımdan zevk duyduğu çok açık. Bu halimden zevk alıyor. Sustum. Geçen gece izlediğim Amerikan filminde, faşistlerin hapishanede becerdiği o safça adam geldi aklıma birden. Duvardaki saatin sesi dışında ses yoktu.

      Elimi hala alnımdan çekmemiştim. Düşünüyordum, kafamın içinde bir kurt sürüsü varmışçasına uğuldaması bunu engellese de, düşünmeye çalışıyordum. Garip, birdenbire aklımda tek bir düşünce beliriverdi; kendimi öldürmek. Madem bu kadar boktan bi adammışım ve madem ben de o da acı çekiyorduk yaşıyor olmamdan; o zaman ben ne yapıyordum yaşayarak daha? Ölümüne mutsuz değil miyim zaten ben, içiyor olduğum zamanlar dışında öfke, mutsuzluk, nefret gibi keskin, içimi yaran duygular dışında bir şey hissetmeyen ben değil miyim? Kafam çok karışmış, uğultular artarak çığlıklara dönüşmüştü. Biraz daha düşündüm. Bu durumda düşünmek gerçekten zor. Yani kendini öldürmek diye bi kavram kalıp olarak beynimde beliriveriyor evet ama başka herhangi bişey;  yani nedenleri falan.. Ne bileyim ben. Yani.. Çözümleme yapamıyorum işte. Zaten tüm hayatımda böyleydi, yani çözümlenmesi biraz zor olan, seçenekleri olan problemlerde; bu hayatımı etkileyecek ölçüde de olsa hiç düşünmeden birini seçerdim saniyeler içinde bakalım ne olacak diye. Sonuçları önceden planlamaz, hesaplamaz, yaşayınca görürdüm. Hayatım kumardı. Sonra yanlış bir şeyler seçmiş olduğumu fark ettiğim tabi ki çok oldu. Birden ayağa kalktım, banyoya girip aynaya yumruk attım, lavaboya dökülüverdi parçalar, elime camlar batmış, kanıyordu. Acı hissetmedim, sadece cam parçalarının soğukluğunu hissettim yumruğumda. Birden sandalyenin çekildiğini ve bana yaklaşan ayak sesini dinledim ama önemsemedim. Beni engelleyemezdi artık, kararımı vermiştim. Lavabonun içinden iri bir ayna parçasını alıp bileğime tuttuğum anda arkamda belirdi. Dişlerimi sıktım, bastırdım aynayı. Beni engelleyemezsin hayatım, artık çok geç. Ama.. Aynanın hala duvarda kalan parçasından bakışıyorduk. Gözleri.. Gözlerinin içinde şeytani bir gülümseme belirdi. Beni zaten engellemeyecekti…

       O an beynime beton çivisi çakılır gibi bir ağrı girdi. Şok olmuştum, gözümden tekrar süzülmeye başlayan yaş kırarcasına sıktığım dişlerime ulaştığında, bunun hayatımda alacağım son tat olduğunu düşündüm. Tuz. Ölmemi istiyordu. Sevdiğim, seviştiğim kadın; arkamda belirmiş, öylece duruyordu korkunç bir ifadeyle. Açtığı parlak, yemyeşil gözleriyle, heyecanlı, sapık bir gülümsemeyle beni izliyordu hiç konuşmadan. Bu nasıl olabilir, bu hale nasıl geliriz? Gerçekten ölmek istememekten değil, beni engellemesini istediğimden değil de, nasıl böyle olur be? Bunun nasıl bir acı olduğunu bilemezsiniz, kimse bilemez. Hissettiğim bu son duygunun, öldürecek yoğunlukta bir acı duygusu olması ne büyük bir hayal kırıklığı. Ne yaptım ulan ben, ne yaptım da bunlar oluyor. Kedileri seviyorum, pencereme gelen kuşları besliyorum. Dişlerimi fırçalarken suyu kapatıyorum.  Bazen sevişiyorum, onda da erken boşalıyorum. Bu kadar. Hayata ne zararım var da bu kadar boktan her şey? Neden ulan be? Bileğime bastırdığım cam parçası etime iyiden iyiye girmiş, bir damla kan süzülüp lavaboya damlamıştı. Bastırdığım camı sola doğru çektiğim an, orada derin bir yarık açılacak, ben de geberecektim. Bu kadar basit. Gözlerimi kapadım. Kulağıma yaklaşıp sessizce; “hadi yap!” dedi.

      Durdum, sesindeki bu şeytanı; yani her gerçek insanda olan bu adice; manipüle etme, kafana basıp geçme, üstüne çıkma duygusu bu.. Bu başbakanın ses tonu, işçisini ezen patronun ses tonu, bu ilkokul öğretmenimin ses tonu, iyiliği bastıran, ezen ses ulan bu! Bu benim saflığımı, inanmaya hazırlığımı kullanmanın ses tonu. Yakaladım o sesi ve tokat yemiş gibi ayıktım, orospu! Bu mesele artık kişisel değildi, benden çıkmıştı. Galip gelemeyeceksiniz, direnişe devam! Camı bileğimden çekip hızla arkama döndüm, büyümüş gözler ve biraz da korkak bir ifadeyle bana bakmaya başladı. Bu kez benim gözlerim bir manyağınki gibi bakıyordu, biliyorum. Bunu onun bakışlarındaki şaşkınlık ve korkudan anlamıştım. Geriye doğru yarım adım atarak sendeledi. Elimde tuttuğum cam parçasını ağır ağır kaldırdım, bileğimdeki küçük yarıktan seri damlalar halinde sızan kızıllık, orta parmağımdan yere damlıyordu süzülerek. Sağ tarafından, omzu ve boynunun birleştiği yerden ayna parçasını öyle hızlı soktum ki, buna ne ara karar verdim bilmiyorum. Aldığım her karar böyleydi gerçi. Yere yığıldı.


          Birazdan sabah ezanı okunacak. Gözlerim kararıyordu. Sigarayı sol elimle tutamıyordum, kan akmaya devam ediyor bileğimden. Az kesilmişti ama, bozuk bir musluğun su damlatması gibi rahatsız ediciydi. Kafam dönüyor.  Balkona geldim sendeleyerek, oturdum. Bıçak gibi esiyor rüzgar, bileğimdeki kesikten içeri girip sızlatıyor ince ince. Önce ellerimle ayaklarımdan uyuşukluk çıktı yukarıya, sonra hiçbir şey hissetmemeye, duymamaya başladım. Sadece bir dakika kadar süren yoğun bir kulak çınlaması. Sonra ölüvermişim.



Cem ALAN

Hiç yorum yok: