15 Mart 2015 Pazar

KAYBETTİK SAYIN AHMAKLAR Mehmet BAYDAN

                                              KAYBETTİK SAYIN AHMAKLAR

Ahmaklığın temel belirtisi; durumunun farkında olamamaktır. Elbette bu çok komplike bir olaydır. Durum farkındalığı yoksa; çözümleme de yoktur, pratik akıl da yoktur, düşünce de yoktur, olaylar ve etkileri konusunda bir bağlantı kurma ve hatta kazanç ve kayıplarını değerlendirebilme yeteneği de yoktur… Bütün kahramanlar, iyi birer ahmaktır! Niye, kim için ve kimin yararına olduğunu bile düşünmeden hayatını feda ederler. Bu konuda cuk oturan bir fıkra vardır. Anadolu’dan bir ağa İstanbul’a gitmiş. Elbette İstanbul’a gelmişken, bir hamam sefası yapmak istemiş. Yatmış göbek taşına, çağırmış bir tellak. Elbet tellak kurnaz, bakmış kelli felli bir ağa, yani parayı salacak… Bir kese, bir masaj en kralından. Mest olmuş ağa. Sonra da sormuş; “Ağam, iç kese de yapayım mı?” diye. “Yap, yap sen güzel yapıyorsun” demiş. İç kese dediği, yani dayanmış ağaya makattan! Daha bir mest olmuş ağa. “Ulan, bizim melmeket melmeket mi; şimdi bir hemşerim görse diyecek; lan bu tellak, bizim ağayı siki! Halbuki adam iç masaj yapi” demiş. Elbette paraya boğmuş tellağı.
Elbette ahmaklık böyle bir şeydir. Yani tecavüzcüsüne acır, çok emek harcadı adamcağız diye, cebindeki bütün parasını verir. Yani her ahmak, tecavüzcüsüne hayrandır, aşık olur… Bir ahmağın iyiliğine bir şey söyler veya onu uyarmaya çalışırsanız; size düşman olur, işini bozduğunu söyler. O nedenle, bu günkü tüm meclis içi ve dışı muhalefete yanlış yaptıklarını ve ahmak olduklarını söylememek lazım. Çünkü ahmaklığın temeli, inanmışlıktır, imandır… İnanmış insan; beynini kullanamaz, düşünemez, sorgulamaz ve hep ezberinden gider… Onları uyandırmaya çalışısanız, bütün hınçları ve güçleriyle size saldırırlar! Örneğin; bir Tayyipçiye, Tayyip’in üçkağıtçı ve yalancı olduğunu söylerseniz: sizin ona iftira atan bir Mason olduğunuzu söyleyerek, sizi diğer Tayyipçilerle birlikte linç edecektir! Ya da bir CHP’liye; Kemal’in aptal, Deniz’in Tayyip işbirlikçisi hain olduğunu söylerseniz: anında sizi linç edeceklerdir. Aynı şey Kürtler için de geçerlidir. Apo’nun bir MİT ajanı veya Kürt siyasal hareketinin de, düzen işbirlikçisi piyonlar olduğunu söylerseniz; sizin ajan ve provakatör olduğunuzu söyleyerek, sizi yok edeceklerdir…
Şimdi halk olarak muhalif, devrimci, ilerici, uygar veya başka sıfatlarla ortalıkta dolaşan bütün ahmak genele ahmak olduklarını ve kaybettiklerini söylememeliyiz. Çünkü bir ahmak; asla kaybettiğinin ve kazandığının farkında olamayacak kadar durum muhakemesi/ durum farkındalığı bilincinde değildir. Ahmaklar, her zaman büyük bir değer olduklarını ve bir gün değerlerinin anlaşılacağını düşünürler. Onun için hep; ben söylememiş miydim, ben biliyordum/ben biliyorum zaten derler. Ahmaklar her şeyi bilirler, her şeyden emindirler, her şeyi çözmüşlerdir, sonsuz ümitvarlardır, nihai zaferin hakları olduğuna sonsuz inanırlar… Emin olmak ve değerinin anlaşılacağına inanmak ve de bir gün mutlaka takdir edileceğini bilmek, yani Mesihlik; temel ahmaklık göstergesidir. Her ahmak kutsaldır, kutsal kurtarıcıdır, halkının ve dünyanın geleceği ona bağlıdır. Çarmıhta can verirken, insanlığı acılardan kurtardığına inanmak ve kendi hastalığına çare bulamayacak kadar çaresizken ve sapkın Ömer’i dizginleyemezken bile; tüm insanlığı kurtardığına inanmaktır. Her peygamber bir kahraman, her kahraman bir ahmak ve her ahmak kendi çapında bir peygamberdir!
İmdi gelelim; toptan ahmaklığımızı tescilleyen ve kaybettiğimizin nerede başladığına: Bu ülkenin en önemli heykeltıraşlarından birinin bir yapıtı vardı ve çok anlamlıydı. Onu anlamlı kılan, verdiği barış, kardeşlik, dayanışma, sevgi ve hümanizmden çok; tam da Ermenistan sınırında bulunmasıydı. Adı da ne kadar mükemmeldi; “İNSANLIK ANITI”. Aslında dünyanın en önemli yapıtıydı. İnsanların ve halkların kardeşliğini, barışı temsil eden ve belki de; verdiği mesaj açısından, dünyanın en önemli yapıtıydı. Burada tarihçi olmayan veya tarihi sürekli saptıran faşistlerden öğrendiği için ve bir tarihçi olarak hatırlatmak isterim: Doğu Anadolu’nun binlerce yıllık tarihi adı; Batı Ermenistan’dır. Güneye doğru inince Kürdistan’tır. Örneğin bir Kilikya ve Kilikya Ermenileri vardır. Örneğin bir Lazistan vardır. Örneğin bir Gürcistan vardır ve bunları Herodot’tan, Amasyalı Strabon’a ve hatta Herodot’a kadar iz sürebilirsiniz ama gerek yok; gidin TBMM tutanaklarına bakın ve binlerce yıllık kayıtlarda yer aldığı gibi o coğrafyaların adlarını ve mebus isimleriyle birlikte görürsünüz. Bu yüzden barış, hümanizm, kardeşlik, dayanışma, eşitlik, dayanışma ve saygının anlamı; Ermenistan sınırında daha bir anlamlıdır.
Bu gün Haziran eylemcilerine veya işçi eylemcilerine Tayyip ve şürekâsı, bol keseden “VANDALİSTLER” diye haykırıyorsa haklıdır. Dibine kadar haklıdır. Çünkü bir sanat eserinin parçalanması ve sanata her hunharca saldırının adı Vandalizmse ve bu Vandalizm; dönek, yalama, çıkarcı, ahlaksız, faşist, ilkesiz ve de koltuk için domalan Ertuğrul faşistinin kültür bakanlığında yapılmış ve de bütün muhalifler tarfından sindirilmişse, direnilmemiş, o anıt can pahasına korunamamışsa: Toptan Vandalist, ahmak, işbirlikçi, yalak, şerefsiz ve alçaksınız!... İmdi; Atatürkçüyüm, laikim, uygarım, ilericiyim diye meydanlarda dolaşanlar, sosyal medyada fink atanlar: Kaybettiğinizi, tecavüze defalarca uğradığınız halde bilincine varamayacak kadar ahmak olduğunuzu ve artık namusunuzu, onurunuzu, ırzınızı kaybettiğinizi bile algılayamayacak kadar gerzek olduğunuzun bilincine varamadığınız için, sürekli kaybetmek zorunda olduğunuzun bilincine varamayacaksınız! Yazık kaybettiniz ama İNSANLIK ANITI PARÇALANDIĞINDA KAYBETTİNİZ. KAZANAMAYACAKSINIZ, ÇÜNKÜ KAYBETTİĞİNİZİ ALGILAYAMAYACAK KADAR BİLİNÇSİZ OLDUĞUNUZ İÇİN. Sizin sefilliğinize o kadar acıyorum ki; yüzünüze ve üstünüze tükürmek bile istemiyorum! Çünkü örgütleriniz, sayfalarınız, videolarınız tamamen maniplasyoncu, kontracı Tayyip, MİT, Emniyet ve derin devlet ajanıyla dolu. Sizler hala ama ısrarla Atatürk’ün mezarından dirilmesini ve yönetime el koymasını bekleyen ölü sevicilersiniz ama şayet Atatürk o anıttan dirilirse; önce sizinle hesaplaşacaktır! Size acımaktan başka bir şey gelmiyor elimden be ya. Adlarınızın başına TC koyuyorsunuz ama hiçbir resmi binada TC ambleminin kalmamasını engelleyemiyorsunuz. Sonra Çankaya’nın bütün rumuzları sökülüyor ama siz hala Atatürk adına onlarca sitede gırgır yapıyorsunuz. Yakındır; Çankaya köşkü genelev işletmesi olur ve sizler de; Atatürkçülük adına ama MİT ve Emniyet ajanlarıyla birlikte, Atatürk baskılı peçeteler dağıtırsınız müşterilere! Gerçi şimdi de kükreyen paşalar, yalama ve ahmak kahramanlarla, kağıttan kaplan ulusalcı ama özünde faşist kağıttan kaplanlarla ama mücadele adına yaptığınız şeyin sermaye ve emperyalizm pezevenkliği olduğunu anlamayacak kadar ve de ahmaklıklarına hayret ettiğiniz Tayyip şürekâsında daha da ahmaklaştığınızın farkında olamayacak kadar AH-MAK-SI-NIZ!
Uyanın millet; Tayyip size iç kese yapıyor! Üzgünüm ama açık konuşmak zorundayım. Aslında hemşerileriniz haklı; sizi bu tellak, hem siki ve hem de paranızı ali ve paralarınızla servet yapi… Domalmak, kendinizi düzdürmek, düzülmekten zevk almak hoşunuza gidiyorsa amenna ama lütfen ama lütfen; mücadeleden, zaferden, umuttan veya sizden az ahmak olanları aşağılamaktan, kendinizi bir yerlere koymaktan, vatan-millet, Kemalizm edebiyatı yapmaktan vazgeçiniz. Rica ediyorum, dostça söylüyorum; çünkü maskaralaştınız ve çok Ekmeletleştiniz, çok Sarıgülleştiniz, çok Kılıçdaroğlulaştınız, çok Baykallaştınız, çok EÜTleştiniz, çok Gürselleştiniz, çok Erbakanlaştınız, çok Saadet Partileştiniz, çok Erbakanlaştınız, çok dincileştiniz, çok yobazlaştınız, çok emperyalist-liboşlaştınız, çok taklitçi, çok ama çok tacavüzcünüze hayran oldunuz ama kendiniz olmayı unuttunuz, ne olduğunuzu, ne amaçladığınızı unuttunuz… Yani kimliğinizi kaybettiniz, köşeniz kalmadı, kökünüz kalmadı; yusyuvarlak oldunuz ve o yüzden gelen vuruyor dibinize, yuvarlanıp gidiyorsunuz… Sonra tribünler goool diye haykırıyor ve sizler birer top olarak gurur duyuyorsunuz, alkışlandığınızı zannediyorsunuz ama skor Tayyip’e yazılıyor ve hep o gol kralı oluyor. Çünkü toplar yuvarlanır, toplar nesnedir ve nesne skor tayin edemez; nesne aktör olamaz ve bir topun kaderi hep tekmelenmek ve hep yuvarlanmaktır. Bir top; eylem başlatamaz ve başlatılan bir eyleme de müdahil olamaz. Her golden sonra, orta yuvarlağa dikilen bir yuvarlak nesnedir, o kadar. Bizim tribünlerimiz de çok küfürbazdır. Hep bir ağızdan; “topunuzu sikim” diye haykırırlar. Oyunun durmasının tek koşulu; topun patlamasıdır ama Tayyip patlak muhalefet toplarıyla oynamayı sevdiği için; bu ülkede oyun durmaz ve Tayyip bu patlak toplara acımadan vurmaktan kendini alamaz. Meclis içi ve dışı; bu patlak ve ahmak toplar topluluğu da, fıs fıs gaz çıkarmaktan başka işe yaramaz.
Galiba makara yine başa sardı. Sonuçta alaturka demokrasi, 1876’dan beri sar sar çöz ve yeniden despotizme dön muhabbeti. Çünkü temel hata; 16 Türk devletinden söz edeceksek; on altısını da Türkler kurmuşsa, hepsini Türkler yıkmıştır. Her ne kadar başkalarını sömürmüş ve öldürmüşsek de; en fazla birbirimiz yemişizdir. Öyleyse nerede yanlış yaptık? Tarihte bütün Türk devletlerini yabancılar yönetmişken –Osmanlının “millet-i sadıka”sı Ermenilerse- neden Cumhuriyet’ten sonra; bir Türk devletini Türklerin yönetimine bıraktık? “Her Türk asker doğar” yani kelle keser, haraç keser, katliam yapar ama yönetemez! Binlerce yıldır barbarlıktan uygarlığa geçememiş ve hiçbir zaman yönetememiş ve asla özgün kültür ve uygarlığı olmamış bir toplama halklar topluluğu; ne kadar zorlanırsa zorlansın ve ne kadar rol yaparsa yapsın: eninde sonunda barbar ve despot özüne dönmek zorundadır! İnkarcılıktan vazgeçelim ve bir dakikalığına aynaya bakalım: IŞİD, EL KAİDE, EL NUSRA, Humeyni fanatikleri veya Boko Harama veya başka fanatik Selefiler veya Türk DİYANET’i, imamları, ilahiyatçıları, Tayyip’i, güruhu, şeyinin kılları, taraftarları, MGT’lileri, tarikatları, cemaatları ve sıradan dincileri veya herhangi bir Türk Sünnisi; ne kadar ama ne kadar kelle kesmeden, linç etmeden ve ne kadar vahşetten, katliamdan, sübyancılıktan uzak? Ekmekçi Ekmeleddin, Tayyip ve Apo’nun arasında ve hatta birbirine düşman Apo ile Bahçeli ve hatta Pamukoğlu Paşa, İlker Paşa, EÜT arasında ne vahşet ve faşizm farkı var ki?
Daha 3-4 yaşındaki çocuklarını bile sokakta, belediye otobüsünde tokatlayan anne ve babaların çoğunlukta olduğu ve bu şiddete kimsenin müdahale etmediği; 11-12 yaşındaki çocuklarını bile evlilik adı altında tecavüze kurban veren gavat bir toplumda ve de kesintili zart zurt adı altında, çocukların okuldan koparılıp sermayeye veya tecavüze kurban verildiği bir gavat hükümet yönetiminde ve de binlerce çocuğun hapishanelerde sürekli tecavüz ve işkenceye kurban verildiği ve de ıslahevi adı altında pezevenklik ve işkenceyle çocuklarımızın hayatının karartıldığı ve de çocuklarımızın bizzat Tayyip emriyle sistematik olarak polis tarafından katledildiği bir ülkedeysek: parlamentoda muhalefet diye bekleyip ama emperyalizmin Tayyip’i gözden çıkarıp kendilerine iktidar bahşedeceğini ama hiçbir akılcı kaynak, planlama ve proje sunmadan ama Tayyip düzeninin iflas edip, çökmesine umut bağlayarak ama ve ama; ısrarla her seçime sadece bayrağı temsilen giren ve ama laçka iktidarın başarısız kılçıksız sömürüsünü bile lehine çeviremeyen ve hatta; kendi başınayken bir yürüyen merdiveni bile kullanamayan ve hatta ve hatta, hayatında tak bir defa yumruğunu masaya parti içindeki muhalefeti için vuran ve uzun parmağını boşluğa sallayan, Tayyip’ten fazla dincileşerek iktidar olacağını zanneden amma lakin, iktidar olunca muktedir olamayacağını kavrayamayacak kadar ahmak, Tayyip’ten daha dinci, gerici ve şeriatçı Ekmeleddin’le cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacağını zannedecek kadar ahmak bir Kemal KILIÇDAROĞLU varsa ve de kürsüden böğürüp böğürüp kement sallayan ama kementleriyle eşek bile yakalayamayan kovboy Devlet Hazretleri ve de elbet gece gördüğü rüya ve gündüz yaşadığı hayat arasındaki gerçekliği bile fark edemeyecek, 3-5 PKK çapulcusuyla Kürdistan kurduğunu zanneden ve sadece faşist Kürt milliyetçiliği, sermaye yardakçılığı ve de rant yatırımıyla Kürt sefillerini kurtaracağını zanneden cengaver Selahattin varsa: Elbet Tayyip daha çok iktidar ve daha çook çook başkan ve daha çoook çooook sultan, diktatör, halife ve Türkiye’nin yegane Allah’ı olur!
Hiç yakın tarihe girmeyelim; çünkü bu halk/halklar bir gün öncesini bile hatırlamaz. Toptan sazanız nasılsa. Çoktan unuttuk, Soma Katliamı’nı. Ve şimdi bakacağız seçim sonuçlarına; o tazminatlarını alamayanlar ve yüzlerce evladını kurban verenler de AKP’ye dolu dolu ve bir torba bulgura oy verecek. Elbette hemşerileri Bülent’i bir torba bulgur almak için bağırlarına basacaklar. Ermenek’te de AKP’nin aldığı oyları göreceğiz. Öncelikle evlatlarını kurban verenler mührü AKP’ye basacak. Hangi fabrikaya gittiysem; bana önce işçiler ve asgari ücrete çalışan işçiler AKP ve Tayyip propagandası yaptı. Hatta bir işçi, mahalle imamlarının Samsunlu olduğu için, Samsunluları çok sevdiğini söyledi bana. Elbette imamın telkinleriyle, çocukların ana sınıfında ve de konuşmaya başlar başlamaz din eğitimi alması gerekliliğinden bahsetti bana. Bir Samsunlu ve aydın olarak; bu dinci ve sahtekar imamları sevmediğimi, din eğitiminin ahlak ve namusu bozduğunu, bütün imam ve ilahiyatçıların sahtekar birer emperyalizm maşası olduğunu söylediğimde; gözleri fal taşı gibi açıldı işçi kardeşimin. Yani bir Samsunlu olarak; benim dindar bir sülük olmadığıma şaşırdı. “Bak kardeş; elindeki fanzinleri ben kendim ürettim ve buradan aldığım asgari ücretle bastırdım. Senin imamın ne üretebilir ve bizim aldığımızın misli misli ücreti alırken, sizin için ne maddi fedakarlık yapabilir? Her Cuma ve bayram namazlarında sizin önünüze sergi açmak ve Kuran öğretiyorum diye karılarınızı düdüklemekten başka ne yapar?” dedim. Ama  ama demeye başladı. Bırak bu işleri, ben dört yaşında başladım din eğitimine ama karım illa Kuran Kursu’na gideceğim deyince serbest bıraktım, görsün diye yüzlerini. Daha ikinci günden benim karıma asılmaya başladı, çocukluk arkadaşım imam efendi, güzel kardeşim bana anlatma dedim. Bak, cumhurbaşkanın imam, bakanlar imam, valiler, müdürler imam ama imamlar yönettikçe, arttıkça ahlaksızlık, fuhuş, uyuşturucu, yolsuzluk, yoksulluk, cinayet, katliam, sefalet ve musibetler artmıyor mu dedim. Sonunda yutkunmaya başladı. Her cami ve her imam ahlaksızlığın daha pervasızlaşmasından başka işe yaramaz! İşte gitti bir ahlak tanımaz şerefsiz cumhurbaşkanınız ve geldi daha ahlaksız bir cumhurbaşkanı sultanınız. Sonuçta imamlar ve her imam; ahlaksızlığın ve insanlık dışı değerlerin daha pervasız noktasıdır!
Onur, namus, erdem, ahlak kavramları hiçbir zaman ve hiçbir zaman; İslam’la, Sünni İslam’la ve hele Selefi İslam’la hiç bağdaşmamıştır! Elbet Şia da boşuna kendine pay çıkarmasın; Ali, Muhammet’in beyinsiz bir fedaisinden başka bir şey değildir ve Zülfikar’la Muhammet’in emrettiği kelleleri kesmekten başka icraatı olmamıştır. Elbette ona atfedilen bütün özlü sözler, Muhammet hadisleri kadar uydurmadır. Yüzlerce kelleyi uçuran bir gönüllü fedai, düşünce üretemez. Zaten o yüzden, iktidar olamamıştır, çünkü çok fazla düşmanı vardı ama lütfen bunu mağduriyete dönüştürmeyin. Çünkü her mağduriyetten faşizm doğuyor. Tarih boyunca ve günümüzde de epey Şii iktidarlar var ve maalesef, hiçbiri zorbalık ve despotizmde Sünniliği aratmamıştır ve aratmıyor. Ahlak, asla dinle ilişkilendirilemez ve hele İslam diniyle ahlak, etik ve insani değerler asla ve asla bağdaşamaz. Onun için ilahiyatçı ve imamları camilere hapsetmek, toplumdan ve medyadan uzaklaştırmak sorunluluğu ortaya çıkmıştır. Ya da devam: dünyanın en niteliksiz eğitimi, en ahlaksız toplumu, yolsuzluk, rüşvet, gelir dağılımı bozukluğu, faşizm, ayrımcılık, baskı, işkence, zorbalık, cinayet, iş kazaları, sömürü, dolandırıcılık, mutsuzluk endekslerinde dünya şampiyonluğu! Din eğitime, topluma ve hayata nüfuz ettikçe gelen enler bunlar. Elbette nitelikte yakalayacağımız bir en yok ve olamaz da.
SIRİZA’ya değinmek gerekirdi ama gerek yok. Üç sosyalist parti birleşmiş ama epey uzun süreli bir hareket. Yani adım adım buraya gelmişler. İspanya, İtalya, Bulgaristan, Portekiz ve hatta birçok Ortadoğu ülkesi için iyi bir model olabilir ama Türkiye’ye uymaz. Zaten bizde sol da, sağ da despot ve faşizandır yani. Sosyalist geçinenlerin büyük çoğunluğu, zaten Stalinist veya Maoist dikatatör yöneticilerden oluşur ve bizde zaten solcu örgüt yöneticilerinin çoğunluğu MİT veya Emniyet ajanıdır. Bu yüzden birbirlerini yemek, parçalamak ve güç kazanan sol partileri bölmek üzerine –ki; doksanlarda ÖDP ve geçen yıl TKP ama aynı Ufuk Uras ekibi ve aynı taktiklerle- mücadele ederler. Zaten sol partiler; başıboş serserileri, aylak ve boşluğa düşmüş öğrencileri ve burjuva sergerdeleri 2-3 yıllığına örgütlemek ve aynı despotları ölesiye yönetici firavun ilan etmekle ve de halen legal siyasi parti olduklarını unutup, kendi kendilerine hücre tipi ve halktan kopuk mahzenler inşa etmekteler. Sorsan hepsi işçi, emekçi ve proleterya diktatörlüğünden yanadır ama hiçbir sosyalist partinin, ondan fazla örgütlediği işçi yoktur! Zaten sosyalist parti örgütlerinden iş-güç sahibi olan doğru dürüst biri de yoktur. Çoğunca mücadele adı altında, komitelerdeki muhbirlerin; örgüt içinde sivrilenleri istihbarata gammazladıkları bir emniyet ve derin devlet işbirlikçiliğinin egemen olduğu tuhaf bir yapı. Örneğin bendeniz; şimdi iki ayrı parti olarak devam eden ama öncesinde bir TKP üyesi olduğum halde, komitedeki ajanlar tarafından, emniyet istihbarata gammazlanmış ve işkence görmüş bir mağdurum. Yani bu örgütlerde dürüst, üretken ve onurlu olmak da hedef haline gelmenize neden olabiliyor. Örneğin gerek Kemal OKUYAN ve gerekse Metin ÇULHAOĞLU’nun müthiş ve örgüt üstü egoları var ve zaten bu nedenle TKP’yi parçaladılar. Geçmişte ÖDP veya öncesinde diğer sol partilerin başına gelen de aynı şeydir. Tüzüğe bakınca, her şey mükemmel ve özgürlükçüdür ama içine girince; muazzam bir diktatörlükle karşılaşırsın. Yani AKP kadar yobaz ve sulta diktatörlüğü vardır. Hiç eleştirmemek ve diktaya boyun eğmek sorundasındır ve bunun adına da; parti disiplini derler. Tüzük hiçbir zaman işlemez, her şey yukarıdan aşağıyadır. Kimse üye ve taşra komite kararlarını okumaz ve dikkate almaz. Bunları yaşadım, yoldaşlarım tarafından emniyet istihbarata satıldım ve iki yıldır ne bir destek ve ne de defalarca söz verildiği halde, hukuki bir destek bile alamadım. Ancak halen aynı muhbir ve işbirlikçiler, her iki partide de taşra ve merkez komite de görevlerine devam ediyor.
Yunan iktidarı, temelinde üç partili bir birleşmedir. Yani 3-4 partili bir birleşme veya seçim ittifakı olabilir ama şu an Türkiye’de yirmi civarında sosyalist parti var. Daha tuhafı; bu kadar patinin örgütlü üyesi de on bini bulmuyor! Üstelik üyelerinin ekseriyeti de işçi veya proleter değil ama temel sorun; bu kadar çok parti birleşemez veya en azından seçim ittifakı yapamaz. İki gün önce, ÖDP genel başkanı Alper TAŞ’ın uzun bir röportajını okudum. CHP, HDP ve ÖDP seçim koalisyonuyla AKP’nin devrilebileceğini söylüyor. Hadi ÖDP’yi sol sayalım –yani her ne kadar yarı sosyal demokrat ve yarımcık Marksist söylemi nedeniyle- ama CHP ve HDP’yi neresinden sol sayacağız? Bu bir sol ittifak değil ama sadece AKP’yi devirme ittifakıdır. Geçtiğimiz seçimlerde de Perinçek; CHP-MHP-İP ittifakı demişti ama itibar eden olmamıştı. Yani Alper TAŞ’ın önerisinin de bir farkı yok zaten. İyice sağa ve dine kaymış bir CHP ve iyice dincileşmiş ve liberalleşmiş bir Kürt milliyetçisi HDP. Bu durumda, HDP’yi çıkartıp, Türk milliyetçisi MHP’yi ve peşine İP’yi eklesek; özünde ne değişir? Ama unutulmamalı ki; SIRİZA da, çok Marksist veya sosyalist bir parti değildir ve örneğin; komünist parti yerine, aşırı sağcı bir partiyle koalisyon kurmuştur. Ancak özünde bir program, plan ve bunlar için kaynak açıklamış ve ciddiyeti olan bir partidir. Şimdi meclis içi veya dışındaki partilerin; ciddi bir plan, proje, kaynak programı ve inandırıcılığı yoktur. Herkes AKP’yi taklit ederek ve bol keseden söylem popülizminden öte; yapacaklarının maliyeti ve bu maliyetler için nasıl bir kaynak yaratacaklarını açıklama ciddiyetinden halen uzaklar. Ancak SIRİZA; programını açıklarken maliyetlerini ve bunun hangi kaynaklardan karşılanacağını da açıklamıştı. Ancak yine de; içinde Marksistler olsa da, tam bir Marksist veya sosyalist parti olmadığı da ortada. Sanki doksanların başlarındaki SHP gibi bir sosyal demokrat parti diyebiliriz. Sonrası bizim Deniz; o partinin içine ederek tasfiye etmiş ve kendi koltuk sevdasına, AKP ve Tayyip’in yolunu açmış ama utanmayı ve ahlaklı olmayı bilmediği için, halen milletvekili olarak ortalıkta dolaşmakta ve yine bir yolunu bulup partiyi ele geçirme fırsatçılığıyla ortalıkta şey gibi dolanmaktadır. Nasılsa bu ülkede, kimse kimseye ihanetin bile hesabını sormaz.
Elbette SIRİZA, çok önemli bir dalgadır ve umuttur. Başarılı olursa; elbet tek başına iktidar olabilir ve zamanla daha sola da kayabilir. Tersi olup, iyice yavşak bir sosyal demokrat ve hatta liberal bir parti de olabilir. Bunları konuşmak için erken ama bize uymaz. Çünkü bu ülkede sosyal demokrat bir parti yok. Gerçi liberal, muhazakar parti de yok. Sosyalist partiler ise –yani söylemde haddinden fazla çok ve hatta sayısız. Eh bu kadar çok sayıdaki partinin ne tabanda ve ne tavanda birleşmesi ve bir seçim ittifakı yapması, pratik olarak olanaksız. Öncelikle tabandaki benzerlerin birleşmesi ve en azından sosyalist partilerin beşe kadar düşmesi zorunluluğu vardır. Ondan sonra birleşme veya ittifaklar söz konusu olabilir. Elbette bunun için, Stalinizm ve Stalinist diktatörlükten ve tek tipçi Cumhuriyet zorbalığından sıyrılmak şart. AKP ve legal parlamento partilerini teslim almış ben-merkezci, dayatmacı zorbalık ve yobazlık, maalesef ve maalesef sol partileri de teslim almış durumda. Bu durumda söylemden ziyade, kafaları değiştirmek, düşünce geliştirmek, eleştiri/özeleştiriye açık olmak, halka açılmak ve onları anlamaya çalışmak çok önemli. Siyaseti cepheleşmek olarak ve cephelerle ayrışmak olarak ve hep ayrık olarak kendini kodlamak yerine; cepheleri yarmak, empati kurmak, sevgi ve saygıyla duvarları delmek olarak algılamak gerekli öncelikle. Şimdiye kadar solculuk adına, kendilerini marjinalleştiren ve örgüt içi ensest ilişki geliştirmekten başka bir iş yapamadıklarının farkına varmalı solcular. Sorunun; halkın kendilerini anlayamaması değil de, kendilerinin halkı anlayamaması ve halkı dinlemediklerinin ve empati özürlü olduklarını anlamaları gerekiyor. Elbette katı bir Jakobenizm, yarar sağlamaz ve halkla anlaşmanın ve onlarla iletişim kurmanın yolunu solun bulması ve bu konuda kendini geliştirmesi gerekiyor. Daha doğrusu solun, Marksizm’in bir at gözlüğü olmadığını ve siyasetin bir at yarışı olmadığını anlaması gerekiyor.
Elbette toptan parlamentoyu boykot etmek, faşizmle gerektiğinde sokak mücadelesi, direnişler veya toptan seçim boykotları gibi birçok yöntem vardır. Seçim ve sandık, asla tek enstrüman değildir. Halkı örgütleyebilmek, algı operasyonlarını tersine çevirebilmek, kitlelerle hareket edebilmek; elbette seçim öncesi veya sonrasında da meşruiyet kazanmak veya hileli meşruiyetlerle iktidar olanları düşürebilmeyi olanaklı kılar elbet. Ancak bu tamamen örgütlülüğün taban desteğiyle doğru orantılıdır. İktidarı değiştirmek veya düşürmek; tamamen halk muhalefetinin çoğunluğuyla ilgilidir ancak, halk; bir iktidarı değiştirme iradesi göstermeden önce, iktidar için güvenilir bir yapı arar. Türkiye’nin sorunu da; yirmi yıldır güvenilir bir parti veya örgüt olmamasındandır. AKP, sadece mevcut boşluğu iyi kullanmıştır. Bunun ötesi; Arap Baharı veya Turuncu Devrimlerde gördüğümüz gibi kaostur. Yoksa Haziran Eylemleri’nde de, AKP iktidarını devirecek gücü olduğunu gösterdi bu halk. Çok büyük kayıplar da verdi ama ülkeyi yönetecek bir parti veya örgüt görmediği için çekildi. Şimdi Haziran goygoyculuğu yapan sol partiler, kendilerini Haziran’ın önderi gören devrimcilerden karikatür bile olmaz! O nitelik ve yeterlilikte olsalardı, zaten halk onları iktidara kendisi yerleştirirdi.
Sol Cephe, Haziran’ın hiçbir yerinde ve hiçbir cephesinde olamamış ve iflas etmiştir. Yine kendini bir yerlere koymak ve kendi kendilerini önder ilan etmek isteyen bir gurup marjinal güruh; BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ, diye bir tuhaf ve burjuva sergerdieriyle ve ama söylem teoriğinden başka sermayesi olmayan kopuk bir otuzbir hareketi manifest harakiriden öte anlam taşıyamaz. Ancak, artık söylem sömürüsünü de, aşırı ajite ettikleri için son mermilerini namluya sürdüklerini bilmeliler. Bu sefer de başarısız olurlarsa –ki; şimdiye kadar hep fiyasko oldu sonuç- halkın nefretini ebediyen solun üstüne çekmiş olacaklardır. Böyle masa başı ve Tayyip’in akilleri misali, kendilerini 300-500 kişilik salonlara hapsedip ve hep aynı kişilerle komiteler oluşturup ve hep aynı sloganlarla kendilerini pohpohlamak yerine; halk arenasına inmek ve halkın içinde olmak elzemdir. Zaten hiçbir devrim; salon toplantılarındaki nutuklarla gelmedi.
Türkiye için henüz umut yok. Bu muhalefetten de, bir çük olmaz! Yerli malı kullanalım ama yöneticilerimiz ithal olmalı. Kesinlikle; Türkiye’yi Türkler yönetmemeli.
                                                                              Mehmet BAYDAN

                                                                                04.02.15

Hiç yorum yok: