KAYBETTİK SAYIN AHMAKLAR
Ahmaklığın temel belirtisi;
durumunun farkında olamamaktır. Elbette bu çok komplike bir olaydır. Durum
farkındalığı yoksa; çözümleme de yoktur, pratik akıl da yoktur, düşünce de
yoktur, olaylar ve etkileri konusunda bir bağlantı kurma ve hatta kazanç ve
kayıplarını değerlendirebilme yeteneği de yoktur… Bütün kahramanlar, iyi birer
ahmaktır! Niye, kim için ve kimin yararına olduğunu bile düşünmeden hayatını
feda ederler. Bu konuda cuk oturan bir fıkra vardır. Anadolu’dan bir ağa
İstanbul’a gitmiş. Elbette İstanbul’a gelmişken, bir hamam sefası yapmak
istemiş. Yatmış göbek taşına, çağırmış bir tellak. Elbet tellak kurnaz, bakmış
kelli felli bir ağa, yani parayı salacak… Bir kese, bir masaj en kralından.
Mest olmuş ağa. Sonra da sormuş; “Ağam, iç kese de yapayım mı?” diye. “Yap, yap
sen güzel yapıyorsun” demiş. İç kese dediği, yani dayanmış ağaya makattan! Daha
bir mest olmuş ağa. “Ulan, bizim melmeket melmeket mi; şimdi bir hemşerim görse
diyecek; lan bu tellak, bizim ağayı siki! Halbuki adam iç masaj yapi” demiş.
Elbette paraya boğmuş tellağı.
Elbette ahmaklık böyle bir
şeydir. Yani tecavüzcüsüne acır, çok emek harcadı adamcağız diye, cebindeki
bütün parasını verir. Yani her ahmak, tecavüzcüsüne hayrandır, aşık olur… Bir
ahmağın iyiliğine bir şey söyler veya onu uyarmaya çalışırsanız; size düşman
olur, işini bozduğunu söyler. O nedenle, bu günkü tüm meclis içi ve dışı
muhalefete yanlış yaptıklarını ve ahmak olduklarını söylememek lazım. Çünkü
ahmaklığın temeli, inanmışlıktır, imandır… İnanmış insan; beynini kullanamaz,
düşünemez, sorgulamaz ve hep ezberinden gider… Onları uyandırmaya çalışısanız,
bütün hınçları ve güçleriyle size saldırırlar! Örneğin; bir Tayyipçiye,
Tayyip’in üçkağıtçı ve yalancı olduğunu söylerseniz: sizin ona iftira atan bir
Mason olduğunuzu söyleyerek, sizi diğer Tayyipçilerle birlikte linç edecektir!
Ya da bir CHP’liye; Kemal’in aptal, Deniz’in Tayyip işbirlikçisi hain olduğunu
söylerseniz: anında sizi linç edeceklerdir. Aynı şey Kürtler için de
geçerlidir. Apo’nun bir MİT ajanı veya Kürt siyasal hareketinin de, düzen
işbirlikçisi piyonlar olduğunu söylerseniz; sizin ajan ve provakatör olduğunuzu
söyleyerek, sizi yok edeceklerdir…
Şimdi halk olarak muhalif,
devrimci, ilerici, uygar veya başka sıfatlarla ortalıkta dolaşan bütün ahmak
genele ahmak olduklarını ve kaybettiklerini söylememeliyiz. Çünkü bir ahmak;
asla kaybettiğinin ve kazandığının farkında olamayacak kadar durum muhakemesi/
durum farkındalığı bilincinde değildir. Ahmaklar, her zaman büyük bir değer
olduklarını ve bir gün değerlerinin anlaşılacağını düşünürler. Onun için hep;
ben söylememiş miydim, ben biliyordum/ben biliyorum zaten derler. Ahmaklar her
şeyi bilirler, her şeyden emindirler, her şeyi çözmüşlerdir, sonsuz
ümitvarlardır, nihai zaferin hakları olduğuna sonsuz inanırlar… Emin olmak ve
değerinin anlaşılacağına inanmak ve de bir gün mutlaka takdir edileceğini
bilmek, yani Mesihlik; temel ahmaklık göstergesidir. Her ahmak kutsaldır,
kutsal kurtarıcıdır, halkının ve dünyanın geleceği ona bağlıdır. Çarmıhta can
verirken, insanlığı acılardan kurtardığına inanmak ve kendi hastalığına çare
bulamayacak kadar çaresizken ve sapkın Ömer’i dizginleyemezken bile; tüm
insanlığı kurtardığına inanmaktır. Her peygamber bir kahraman, her kahraman bir
ahmak ve her ahmak kendi çapında bir peygamberdir!
İmdi gelelim; toptan
ahmaklığımızı tescilleyen ve kaybettiğimizin nerede başladığına: Bu ülkenin en
önemli heykeltıraşlarından birinin bir yapıtı vardı ve çok anlamlıydı. Onu
anlamlı kılan, verdiği barış, kardeşlik, dayanışma, sevgi ve hümanizmden çok;
tam da Ermenistan sınırında bulunmasıydı. Adı da ne kadar mükemmeldi; “İNSANLIK
ANITI”. Aslında dünyanın en önemli yapıtıydı. İnsanların ve halkların
kardeşliğini, barışı temsil eden ve belki de; verdiği mesaj açısından, dünyanın
en önemli yapıtıydı. Burada tarihçi olmayan veya tarihi sürekli saptıran
faşistlerden öğrendiği için ve bir tarihçi olarak hatırlatmak isterim: Doğu
Anadolu’nun binlerce yıllık tarihi adı; Batı Ermenistan’dır. Güneye doğru
inince Kürdistan’tır. Örneğin bir Kilikya ve Kilikya Ermenileri vardır. Örneğin
bir Lazistan vardır. Örneğin bir Gürcistan vardır ve bunları Herodot’tan,
Amasyalı Strabon’a ve hatta Herodot’a kadar iz sürebilirsiniz ama gerek yok;
gidin TBMM tutanaklarına bakın ve binlerce yıllık kayıtlarda yer aldığı gibi o
coğrafyaların adlarını ve mebus isimleriyle birlikte görürsünüz. Bu yüzden
barış, hümanizm, kardeşlik, dayanışma, eşitlik, dayanışma ve saygının anlamı;
Ermenistan sınırında daha bir anlamlıdır.
Bu gün Haziran eylemcilerine veya
işçi eylemcilerine Tayyip ve şürekâsı, bol keseden “VANDALİSTLER” diye
haykırıyorsa haklıdır. Dibine kadar haklıdır. Çünkü bir sanat eserinin parçalanması
ve sanata her hunharca saldırının adı Vandalizmse ve bu Vandalizm; dönek,
yalama, çıkarcı, ahlaksız, faşist, ilkesiz ve de koltuk için domalan Ertuğrul
faşistinin kültür bakanlığında yapılmış ve de bütün muhalifler tarfından
sindirilmişse, direnilmemiş, o anıt can pahasına korunamamışsa: Toptan
Vandalist, ahmak, işbirlikçi, yalak, şerefsiz ve alçaksınız!... İmdi;
Atatürkçüyüm, laikim, uygarım, ilericiyim diye meydanlarda dolaşanlar, sosyal
medyada fink atanlar: Kaybettiğinizi, tecavüze defalarca uğradığınız halde
bilincine varamayacak kadar ahmak olduğunuzu ve artık namusunuzu, onurunuzu,
ırzınızı kaybettiğinizi bile algılayamayacak kadar gerzek olduğunuzun bilincine
varamadığınız için, sürekli kaybetmek zorunda olduğunuzun bilincine
varamayacaksınız! Yazık kaybettiniz ama İNSANLIK ANITI PARÇALANDIĞINDA
KAYBETTİNİZ. KAZANAMAYACAKSINIZ, ÇÜNKÜ KAYBETTİĞİNİZİ ALGILAYAMAYACAK KADAR
BİLİNÇSİZ OLDUĞUNUZ İÇİN. Sizin sefilliğinize o kadar acıyorum ki; yüzünüze ve
üstünüze tükürmek bile istemiyorum! Çünkü örgütleriniz, sayfalarınız,
videolarınız tamamen maniplasyoncu, kontracı Tayyip, MİT, Emniyet ve derin
devlet ajanıyla dolu. Sizler hala ama ısrarla Atatürk’ün mezarından dirilmesini
ve yönetime el koymasını bekleyen ölü sevicilersiniz ama şayet Atatürk o anıttan
dirilirse; önce sizinle hesaplaşacaktır! Size acımaktan başka bir şey gelmiyor
elimden be ya. Adlarınızın başına TC koyuyorsunuz ama hiçbir resmi binada TC
ambleminin kalmamasını engelleyemiyorsunuz. Sonra Çankaya’nın bütün rumuzları
sökülüyor ama siz hala Atatürk adına onlarca sitede gırgır yapıyorsunuz.
Yakındır; Çankaya köşkü genelev işletmesi olur ve sizler de; Atatürkçülük adına
ama MİT ve Emniyet ajanlarıyla birlikte, Atatürk baskılı peçeteler dağıtırsınız
müşterilere! Gerçi şimdi de kükreyen paşalar, yalama ve ahmak kahramanlarla,
kağıttan kaplan ulusalcı ama özünde faşist kağıttan kaplanlarla ama mücadele
adına yaptığınız şeyin sermaye ve emperyalizm pezevenkliği olduğunu anlamayacak
kadar ve de ahmaklıklarına hayret ettiğiniz Tayyip şürekâsında daha da
ahmaklaştığınızın farkında olamayacak kadar AH-MAK-SI-NIZ!
Uyanın millet; Tayyip size iç
kese yapıyor! Üzgünüm ama açık konuşmak zorundayım. Aslında hemşerileriniz
haklı; sizi bu tellak, hem siki ve hem de paranızı ali ve paralarınızla servet
yapi… Domalmak, kendinizi düzdürmek, düzülmekten zevk almak hoşunuza gidiyorsa
amenna ama lütfen ama lütfen; mücadeleden, zaferden, umuttan veya sizden az
ahmak olanları aşağılamaktan, kendinizi bir yerlere koymaktan, vatan-millet,
Kemalizm edebiyatı yapmaktan vazgeçiniz. Rica ediyorum, dostça söylüyorum;
çünkü maskaralaştınız ve çok Ekmeletleştiniz, çok Sarıgülleştiniz, çok
Kılıçdaroğlulaştınız, çok Baykallaştınız, çok EÜTleştiniz, çok Gürselleştiniz,
çok Erbakanlaştınız, çok Saadet Partileştiniz, çok Erbakanlaştınız, çok
dincileştiniz, çok yobazlaştınız, çok emperyalist-liboşlaştınız, çok taklitçi,
çok ama çok tacavüzcünüze hayran oldunuz ama kendiniz olmayı unuttunuz, ne
olduğunuzu, ne amaçladığınızı unuttunuz… Yani kimliğinizi kaybettiniz, köşeniz
kalmadı, kökünüz kalmadı; yusyuvarlak oldunuz ve o yüzden gelen vuruyor
dibinize, yuvarlanıp gidiyorsunuz… Sonra tribünler goool diye haykırıyor ve
sizler birer top olarak gurur duyuyorsunuz, alkışlandığınızı zannediyorsunuz
ama skor Tayyip’e yazılıyor ve hep o gol kralı oluyor. Çünkü toplar yuvarlanır,
toplar nesnedir ve nesne skor tayin edemez; nesne aktör olamaz ve bir topun
kaderi hep tekmelenmek ve hep yuvarlanmaktır. Bir top; eylem başlatamaz ve
başlatılan bir eyleme de müdahil olamaz. Her golden sonra, orta yuvarlağa
dikilen bir yuvarlak nesnedir, o kadar. Bizim tribünlerimiz de çok küfürbazdır.
Hep bir ağızdan; “topunuzu sikim” diye haykırırlar. Oyunun durmasının tek
koşulu; topun patlamasıdır ama Tayyip patlak muhalefet toplarıyla oynamayı
sevdiği için; bu ülkede oyun durmaz ve Tayyip bu patlak toplara acımadan
vurmaktan kendini alamaz. Meclis içi ve dışı; bu patlak ve ahmak toplar
topluluğu da, fıs fıs gaz çıkarmaktan başka işe yaramaz.
Galiba makara yine başa sardı.
Sonuçta alaturka demokrasi, 1876’dan beri sar sar çöz ve yeniden despotizme dön
muhabbeti. Çünkü temel hata; 16 Türk devletinden söz edeceksek; on altısını da
Türkler kurmuşsa, hepsini Türkler yıkmıştır. Her ne kadar başkalarını sömürmüş
ve öldürmüşsek de; en fazla birbirimiz yemişizdir. Öyleyse nerede yanlış
yaptık? Tarihte bütün Türk devletlerini yabancılar yönetmişken –Osmanlının
“millet-i sadıka”sı Ermenilerse- neden Cumhuriyet’ten sonra; bir Türk devletini
Türklerin yönetimine bıraktık? “Her Türk asker doğar” yani kelle keser, haraç
keser, katliam yapar ama yönetemez! Binlerce yıldır barbarlıktan uygarlığa
geçememiş ve hiçbir zaman yönetememiş ve asla özgün kültür ve uygarlığı olmamış
bir toplama halklar topluluğu; ne kadar zorlanırsa zorlansın ve ne kadar rol
yaparsa yapsın: eninde sonunda barbar ve despot özüne dönmek zorundadır!
İnkarcılıktan vazgeçelim ve bir dakikalığına aynaya bakalım: IŞİD, EL KAİDE, EL
NUSRA, Humeyni fanatikleri veya Boko Harama veya başka fanatik Selefiler veya
Türk DİYANET’i, imamları, ilahiyatçıları, Tayyip’i, güruhu, şeyinin kılları,
taraftarları, MGT’lileri, tarikatları, cemaatları ve sıradan dincileri veya
herhangi bir Türk Sünnisi; ne kadar ama ne kadar kelle kesmeden, linç etmeden
ve ne kadar vahşetten, katliamdan, sübyancılıktan uzak? Ekmekçi Ekmeleddin,
Tayyip ve Apo’nun arasında ve hatta birbirine düşman Apo ile Bahçeli ve hatta
Pamukoğlu Paşa, İlker Paşa, EÜT arasında ne vahşet ve faşizm farkı var ki?
Daha 3-4 yaşındaki çocuklarını
bile sokakta, belediye otobüsünde tokatlayan anne ve babaların çoğunlukta
olduğu ve bu şiddete kimsenin müdahale etmediği; 11-12 yaşındaki çocuklarını
bile evlilik adı altında tecavüze kurban veren gavat bir toplumda ve de
kesintili zart zurt adı altında, çocukların okuldan koparılıp sermayeye veya
tecavüze kurban verildiği bir gavat hükümet yönetiminde ve de binlerce çocuğun
hapishanelerde sürekli tecavüz ve işkenceye kurban verildiği ve de ıslahevi adı
altında pezevenklik ve işkenceyle çocuklarımızın hayatının karartıldığı ve de
çocuklarımızın bizzat Tayyip emriyle sistematik olarak polis tarafından
katledildiği bir ülkedeysek: parlamentoda muhalefet diye bekleyip ama
emperyalizmin Tayyip’i gözden çıkarıp kendilerine iktidar bahşedeceğini ama
hiçbir akılcı kaynak, planlama ve proje sunmadan ama Tayyip düzeninin iflas
edip, çökmesine umut bağlayarak ama ve ama; ısrarla her seçime sadece bayrağı
temsilen giren ve ama laçka iktidarın başarısız kılçıksız sömürüsünü bile
lehine çeviremeyen ve hatta; kendi başınayken bir yürüyen merdiveni bile
kullanamayan ve hatta ve hatta, hayatında tak bir defa yumruğunu masaya parti
içindeki muhalefeti için vuran ve uzun parmağını boşluğa sallayan, Tayyip’ten
fazla dincileşerek iktidar olacağını zanneden amma lakin, iktidar olunca
muktedir olamayacağını kavrayamayacak kadar ahmak, Tayyip’ten daha dinci, gerici
ve şeriatçı Ekmeleddin’le cumhurbaşkanlığı seçimini kazanacağını zannedecek
kadar ahmak bir Kemal KILIÇDAROĞLU varsa ve de kürsüden böğürüp böğürüp kement
sallayan ama kementleriyle eşek bile yakalayamayan kovboy Devlet Hazretleri ve
de elbet gece gördüğü rüya ve gündüz yaşadığı hayat arasındaki gerçekliği bile
fark edemeyecek, 3-5 PKK çapulcusuyla Kürdistan kurduğunu zanneden ve sadece
faşist Kürt milliyetçiliği, sermaye yardakçılığı ve de rant yatırımıyla Kürt
sefillerini kurtaracağını zanneden cengaver Selahattin varsa: Elbet Tayyip daha
çok iktidar ve daha çook çook başkan ve daha çoook çooook sultan, diktatör,
halife ve Türkiye’nin yegane Allah’ı olur!
Hiç yakın tarihe girmeyelim;
çünkü bu halk/halklar bir gün öncesini bile hatırlamaz. Toptan sazanız nasılsa.
Çoktan unuttuk, Soma Katliamı’nı. Ve şimdi bakacağız seçim sonuçlarına; o
tazminatlarını alamayanlar ve yüzlerce evladını kurban verenler de AKP’ye dolu
dolu ve bir torba bulgura oy verecek. Elbette hemşerileri Bülent’i bir torba
bulgur almak için bağırlarına basacaklar. Ermenek’te de AKP’nin aldığı oyları
göreceğiz. Öncelikle evlatlarını kurban verenler mührü AKP’ye basacak. Hangi
fabrikaya gittiysem; bana önce işçiler ve asgari ücrete çalışan işçiler AKP ve
Tayyip propagandası yaptı. Hatta bir işçi, mahalle imamlarının Samsunlu olduğu
için, Samsunluları çok sevdiğini söyledi bana. Elbette imamın telkinleriyle,
çocukların ana sınıfında ve de konuşmaya başlar başlamaz din eğitimi alması
gerekliliğinden bahsetti bana. Bir Samsunlu ve aydın olarak; bu dinci ve
sahtekar imamları sevmediğimi, din eğitiminin ahlak ve namusu bozduğunu, bütün
imam ve ilahiyatçıların sahtekar birer emperyalizm maşası olduğunu
söylediğimde; gözleri fal taşı gibi açıldı işçi kardeşimin. Yani bir Samsunlu
olarak; benim dindar bir sülük olmadığıma şaşırdı. “Bak kardeş; elindeki
fanzinleri ben kendim ürettim ve buradan aldığım asgari ücretle bastırdım.
Senin imamın ne üretebilir ve bizim aldığımızın misli misli ücreti alırken,
sizin için ne maddi fedakarlık yapabilir? Her Cuma ve bayram namazlarında sizin
önünüze sergi açmak ve Kuran öğretiyorum diye karılarınızı düdüklemekten başka
ne yapar?” dedim. Ama ama demeye
başladı. Bırak bu işleri, ben dört yaşında başladım din eğitimine ama karım
illa Kuran Kursu’na gideceğim deyince serbest bıraktım, görsün diye yüzlerini.
Daha ikinci günden benim karıma asılmaya başladı, çocukluk arkadaşım imam
efendi, güzel kardeşim bana anlatma dedim. Bak, cumhurbaşkanın imam, bakanlar
imam, valiler, müdürler imam ama imamlar yönettikçe, arttıkça ahlaksızlık,
fuhuş, uyuşturucu, yolsuzluk, yoksulluk, cinayet, katliam, sefalet ve
musibetler artmıyor mu dedim. Sonunda yutkunmaya başladı. Her cami ve her imam
ahlaksızlığın daha pervasızlaşmasından başka işe yaramaz! İşte gitti bir ahlak
tanımaz şerefsiz cumhurbaşkanınız ve geldi daha ahlaksız bir cumhurbaşkanı
sultanınız. Sonuçta imamlar ve her imam; ahlaksızlığın ve insanlık dışı
değerlerin daha pervasız noktasıdır!
Onur, namus, erdem, ahlak
kavramları hiçbir zaman ve hiçbir zaman; İslam’la, Sünni İslam’la ve hele
Selefi İslam’la hiç bağdaşmamıştır! Elbet Şia da boşuna kendine pay çıkarmasın;
Ali, Muhammet’in beyinsiz bir fedaisinden başka bir şey değildir ve Zülfikar’la
Muhammet’in emrettiği kelleleri kesmekten başka icraatı olmamıştır. Elbette ona
atfedilen bütün özlü sözler, Muhammet hadisleri kadar uydurmadır. Yüzlerce
kelleyi uçuran bir gönüllü fedai, düşünce üretemez. Zaten o yüzden, iktidar
olamamıştır, çünkü çok fazla düşmanı vardı ama lütfen bunu mağduriyete
dönüştürmeyin. Çünkü her mağduriyetten faşizm doğuyor. Tarih boyunca ve
günümüzde de epey Şii iktidarlar var ve maalesef, hiçbiri zorbalık ve
despotizmde Sünniliği aratmamıştır ve aratmıyor. Ahlak, asla dinle
ilişkilendirilemez ve hele İslam diniyle ahlak, etik ve insani değerler asla ve
asla bağdaşamaz. Onun için ilahiyatçı ve imamları camilere hapsetmek, toplumdan
ve medyadan uzaklaştırmak sorunluluğu ortaya çıkmıştır. Ya da devam: dünyanın
en niteliksiz eğitimi, en ahlaksız toplumu, yolsuzluk, rüşvet, gelir dağılımı
bozukluğu, faşizm, ayrımcılık, baskı, işkence, zorbalık, cinayet, iş kazaları,
sömürü, dolandırıcılık, mutsuzluk endekslerinde dünya şampiyonluğu! Din
eğitime, topluma ve hayata nüfuz ettikçe gelen enler bunlar. Elbette nitelikte
yakalayacağımız bir en yok ve olamaz da.
SIRİZA’ya değinmek gerekirdi ama
gerek yok. Üç sosyalist parti birleşmiş ama epey uzun süreli bir hareket. Yani
adım adım buraya gelmişler. İspanya, İtalya, Bulgaristan, Portekiz ve hatta
birçok Ortadoğu ülkesi için iyi bir model olabilir ama Türkiye’ye uymaz. Zaten
bizde sol da, sağ da despot ve faşizandır yani. Sosyalist geçinenlerin büyük
çoğunluğu, zaten Stalinist veya Maoist dikatatör yöneticilerden oluşur ve bizde
zaten solcu örgüt yöneticilerinin çoğunluğu MİT veya Emniyet ajanıdır. Bu
yüzden birbirlerini yemek, parçalamak ve güç kazanan sol partileri bölmek
üzerine –ki; doksanlarda ÖDP ve geçen yıl TKP ama aynı Ufuk Uras ekibi ve aynı
taktiklerle- mücadele ederler. Zaten sol partiler; başıboş serserileri, aylak
ve boşluğa düşmüş öğrencileri ve burjuva sergerdeleri 2-3 yıllığına örgütlemek
ve aynı despotları ölesiye yönetici firavun ilan etmekle ve de halen legal
siyasi parti olduklarını unutup, kendi kendilerine hücre tipi ve halktan kopuk
mahzenler inşa etmekteler. Sorsan hepsi işçi, emekçi ve proleterya diktatörlüğünden
yanadır ama hiçbir sosyalist partinin, ondan fazla örgütlediği işçi yoktur!
Zaten sosyalist parti örgütlerinden iş-güç sahibi olan doğru dürüst biri de
yoktur. Çoğunca mücadele adı altında, komitelerdeki muhbirlerin; örgüt içinde
sivrilenleri istihbarata gammazladıkları bir emniyet ve derin devlet
işbirlikçiliğinin egemen olduğu tuhaf bir yapı. Örneğin bendeniz; şimdi iki
ayrı parti olarak devam eden ama öncesinde bir TKP üyesi olduğum halde,
komitedeki ajanlar tarafından, emniyet istihbarata gammazlanmış ve işkence
görmüş bir mağdurum. Yani bu örgütlerde dürüst, üretken ve onurlu olmak da
hedef haline gelmenize neden olabiliyor. Örneğin gerek Kemal OKUYAN ve gerekse
Metin ÇULHAOĞLU’nun müthiş ve örgüt üstü egoları var ve zaten bu nedenle TKP’yi
parçaladılar. Geçmişte ÖDP veya öncesinde diğer sol partilerin başına gelen de
aynı şeydir. Tüzüğe bakınca, her şey mükemmel ve özgürlükçüdür ama içine
girince; muazzam bir diktatörlükle karşılaşırsın. Yani AKP kadar yobaz ve sulta
diktatörlüğü vardır. Hiç eleştirmemek ve diktaya boyun eğmek sorundasındır ve
bunun adına da; parti disiplini derler. Tüzük hiçbir zaman işlemez, her şey
yukarıdan aşağıyadır. Kimse üye ve taşra komite kararlarını okumaz ve dikkate
almaz. Bunları yaşadım, yoldaşlarım tarafından emniyet istihbarata satıldım ve
iki yıldır ne bir destek ve ne de defalarca söz verildiği halde, hukuki bir
destek bile alamadım. Ancak halen aynı muhbir ve işbirlikçiler, her iki partide
de taşra ve merkez komite de görevlerine devam ediyor.
Yunan iktidarı, temelinde üç
partili bir birleşmedir. Yani 3-4 partili bir birleşme veya seçim ittifakı
olabilir ama şu an Türkiye’de yirmi civarında sosyalist parti var. Daha tuhafı;
bu kadar patinin örgütlü üyesi de on bini bulmuyor! Üstelik üyelerinin
ekseriyeti de işçi veya proleter değil ama temel sorun; bu kadar çok parti
birleşemez veya en azından seçim ittifakı yapamaz. İki gün önce, ÖDP genel
başkanı Alper TAŞ’ın uzun bir röportajını okudum. CHP, HDP ve ÖDP seçim
koalisyonuyla AKP’nin devrilebileceğini söylüyor. Hadi ÖDP’yi sol sayalım –yani
her ne kadar yarı sosyal demokrat ve yarımcık Marksist söylemi nedeniyle- ama
CHP ve HDP’yi neresinden sol sayacağız? Bu bir sol ittifak değil ama sadece
AKP’yi devirme ittifakıdır. Geçtiğimiz seçimlerde de Perinçek; CHP-MHP-İP
ittifakı demişti ama itibar eden olmamıştı. Yani Alper TAŞ’ın önerisinin de bir
farkı yok zaten. İyice sağa ve dine kaymış bir CHP ve iyice dincileşmiş ve
liberalleşmiş bir Kürt milliyetçisi HDP. Bu durumda, HDP’yi çıkartıp, Türk
milliyetçisi MHP’yi ve peşine İP’yi eklesek; özünde ne değişir? Ama
unutulmamalı ki; SIRİZA da, çok Marksist veya sosyalist bir parti değildir ve
örneğin; komünist parti yerine, aşırı sağcı bir partiyle koalisyon kurmuştur.
Ancak özünde bir program, plan ve bunlar için kaynak açıklamış ve ciddiyeti
olan bir partidir. Şimdi meclis içi veya dışındaki partilerin; ciddi bir plan,
proje, kaynak programı ve inandırıcılığı yoktur. Herkes AKP’yi taklit ederek ve
bol keseden söylem popülizminden öte; yapacaklarının maliyeti ve bu maliyetler
için nasıl bir kaynak yaratacaklarını açıklama ciddiyetinden halen uzaklar.
Ancak SIRİZA; programını açıklarken maliyetlerini ve bunun hangi kaynaklardan
karşılanacağını da açıklamıştı. Ancak yine de; içinde Marksistler olsa da, tam
bir Marksist veya sosyalist parti olmadığı da ortada. Sanki doksanların
başlarındaki SHP gibi bir sosyal demokrat parti diyebiliriz. Sonrası bizim
Deniz; o partinin içine ederek tasfiye etmiş ve kendi koltuk sevdasına, AKP ve
Tayyip’in yolunu açmış ama utanmayı ve ahlaklı olmayı bilmediği için, halen
milletvekili olarak ortalıkta dolaşmakta ve yine bir yolunu bulup partiyi ele
geçirme fırsatçılığıyla ortalıkta şey gibi dolanmaktadır. Nasılsa bu ülkede,
kimse kimseye ihanetin bile hesabını sormaz.
Elbette SIRİZA, çok önemli bir
dalgadır ve umuttur. Başarılı olursa; elbet tek başına iktidar olabilir ve
zamanla daha sola da kayabilir. Tersi olup, iyice yavşak bir sosyal demokrat ve
hatta liberal bir parti de olabilir. Bunları konuşmak için erken ama bize
uymaz. Çünkü bu ülkede sosyal demokrat bir parti yok. Gerçi liberal, muhazakar
parti de yok. Sosyalist partiler ise –yani söylemde haddinden fazla çok ve
hatta sayısız. Eh bu kadar çok sayıdaki partinin ne tabanda ve ne tavanda
birleşmesi ve bir seçim ittifakı yapması, pratik olarak olanaksız. Öncelikle
tabandaki benzerlerin birleşmesi ve en azından sosyalist partilerin beşe kadar
düşmesi zorunluluğu vardır. Ondan sonra birleşme veya ittifaklar söz konusu
olabilir. Elbette bunun için, Stalinizm ve Stalinist diktatörlükten ve tek tipçi
Cumhuriyet zorbalığından sıyrılmak şart. AKP ve legal parlamento partilerini
teslim almış ben-merkezci, dayatmacı zorbalık ve yobazlık, maalesef ve maalesef
sol partileri de teslim almış durumda. Bu durumda söylemden ziyade, kafaları
değiştirmek, düşünce geliştirmek, eleştiri/özeleştiriye açık olmak, halka
açılmak ve onları anlamaya çalışmak çok önemli. Siyaseti cepheleşmek olarak ve
cephelerle ayrışmak olarak ve hep ayrık olarak kendini kodlamak yerine;
cepheleri yarmak, empati kurmak, sevgi ve saygıyla duvarları delmek olarak
algılamak gerekli öncelikle. Şimdiye kadar solculuk adına, kendilerini
marjinalleştiren ve örgüt içi ensest ilişki geliştirmekten başka bir iş
yapamadıklarının farkına varmalı solcular. Sorunun; halkın kendilerini
anlayamaması değil de, kendilerinin halkı anlayamaması ve halkı
dinlemediklerinin ve empati özürlü olduklarını anlamaları gerekiyor. Elbette
katı bir Jakobenizm, yarar sağlamaz ve halkla anlaşmanın ve onlarla iletişim
kurmanın yolunu solun bulması ve bu konuda kendini geliştirmesi gerekiyor. Daha
doğrusu solun, Marksizm’in bir at gözlüğü olmadığını ve siyasetin bir at yarışı
olmadığını anlaması gerekiyor.
Elbette toptan parlamentoyu
boykot etmek, faşizmle gerektiğinde sokak mücadelesi, direnişler veya toptan
seçim boykotları gibi birçok yöntem vardır. Seçim ve sandık, asla tek enstrüman
değildir. Halkı örgütleyebilmek, algı operasyonlarını tersine çevirebilmek,
kitlelerle hareket edebilmek; elbette seçim öncesi veya sonrasında da meşruiyet
kazanmak veya hileli meşruiyetlerle iktidar olanları düşürebilmeyi olanaklı
kılar elbet. Ancak bu tamamen örgütlülüğün taban desteğiyle doğru orantılıdır.
İktidarı değiştirmek veya düşürmek; tamamen halk muhalefetinin çoğunluğuyla
ilgilidir ancak, halk; bir iktidarı değiştirme iradesi göstermeden önce,
iktidar için güvenilir bir yapı arar. Türkiye’nin sorunu da; yirmi yıldır
güvenilir bir parti veya örgüt olmamasındandır. AKP, sadece mevcut boşluğu iyi
kullanmıştır. Bunun ötesi; Arap Baharı veya Turuncu Devrimlerde gördüğümüz gibi
kaostur. Yoksa Haziran Eylemleri’nde de, AKP iktidarını devirecek gücü olduğunu
gösterdi bu halk. Çok büyük kayıplar da verdi ama ülkeyi yönetecek bir parti
veya örgüt görmediği için çekildi. Şimdi Haziran goygoyculuğu yapan sol
partiler, kendilerini Haziran’ın önderi gören devrimcilerden karikatür bile
olmaz! O nitelik ve yeterlilikte olsalardı, zaten halk onları iktidara kendisi
yerleştirirdi.
Sol Cephe, Haziran’ın hiçbir
yerinde ve hiçbir cephesinde olamamış ve iflas etmiştir. Yine kendini bir
yerlere koymak ve kendi kendilerini önder ilan etmek isteyen bir gurup marjinal
güruh; BİRLEŞİK HAZİRAN HAREKETİ, diye bir tuhaf ve burjuva sergerdieriyle ve
ama söylem teoriğinden başka sermayesi olmayan kopuk bir otuzbir hareketi
manifest harakiriden öte anlam taşıyamaz. Ancak, artık söylem sömürüsünü de,
aşırı ajite ettikleri için son mermilerini namluya sürdüklerini bilmeliler. Bu
sefer de başarısız olurlarsa –ki; şimdiye kadar hep fiyasko oldu sonuç- halkın
nefretini ebediyen solun üstüne çekmiş olacaklardır. Böyle masa başı ve
Tayyip’in akilleri misali, kendilerini 300-500 kişilik salonlara hapsedip ve
hep aynı kişilerle komiteler oluşturup ve hep aynı sloganlarla kendilerini
pohpohlamak yerine; halk arenasına inmek ve halkın içinde olmak elzemdir. Zaten
hiçbir devrim; salon toplantılarındaki nutuklarla gelmedi.
Türkiye için henüz umut yok. Bu
muhalefetten de, bir çük olmaz! Yerli malı kullanalım ama yöneticilerimiz ithal
olmalı. Kesinlikle; Türkiye’yi Türkler yönetmemeli.
Mehmet
BAYDAN
04.02.15
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder