SPOR, SİYASET, AHLAK
VE 10 DAKİKA KENDİNLE YÜZLEŞMEK…
Fabrikada ne zaman sözler
politikaya gidecek olsa, imam işçi –elbette AKPli- hemen uyarırdı; “politika
konuşmayalım, futbol konuşalım!” diye. Ben de kükrerdim tabi; “başlarım lan
futbolunuza, sizin Tayyip’in el atmadığı kulüp mü kaldı?” diye. Elbette onlara
anlatmanın bir gereği yok; futbol ortaya çıkışından itibaren politik ve hep
politikayla içli-dışlı bir oyun olmuştur. Gerçi insan unsurunun her eylem ve
söyleminin politik olduğunu ve en çok da, dinin politik olduğunu bir imamla
tartışamazsınız. Ya da 12 Eylül faşizmi sonrası piyasaya sürülen ve insanları
depolitize edip düzene yamamaya çalışan; “ne sağcıyız ne solcu, futbolcuyuz
futbolcu” sözünün de sinsi bir politika olduğunu anlatmak zordur. Elbette
politika, insancıl bir eylemdir ve insanlar politize olmak zorundadırlar. Yani
sığırlara, kuşlara ya da sürüngenlere devredemeyiz politikayı. Ancak,
politikanın; ahlaksızlık, onursuzluk, ilkesizlik, yalakalık, çıkarcılık,
dolandırıcılık ve demogoji olmadığını: ezmek, bertaraf etmek,
taraftarlaştırmak, kullaştırmak, amigoluk üzerinden değil de; bilim, hoşgörü,
sevgi-saygı ve dürüstlük ilkeleri üzerinden yapılması gerektiğini ve insanları
özgürleştirmek ve geliştirmek üzerine bina edilebileceğini öğrenmeliyiz artık.
Nasıl sanatı, edebiyatı,
felsefeyi bilimi siyasetsiz kılamıyorsak; sporu hiç kılamayız. Hatta hayvanlı
sporlar ve insanların düzenlediği ama sadece hayvanların yarıştığı bir müsabaka
bile artık, politize bir olaydır! Ancak futbolun tarihine bakarsak;
İngiltere’de köyler ve yerleşim birimlerinin rekabet savaşlarından doğmuştur.
Sonra adaleti olmayan bir oyundur. Her zaman iyi ve üstün oynayanlar kazanamaz.
Yetenekleri üstün olanların da, skoru belirler diye bir kuralı yoktur. Şans
faktörü çok fazladır. Gerek oyuncu ve gerekse hakemlerin yönetimleri nedeniyle,
insansal hatalara da çok açık bir oyundur. Kuralları çok kesin değil ve sadece
eylemlerin değil, niyetlerin de hakemler tarafından değerlendirildiği bir
oyundur. Böyle olunca da; kötü niyetli bir eylemi hakem, iyi niyete ama iyi
niyetli bir eylemi de kötü niyete yorabilir. Elbette moral açısından, kalabalık
bir taraftar grubuna ama en önemlisi de, taraftarları coşturacak amigolara
gereksinim vardır. Çok sert bir oyundur. Takım oyunudur ama çok yönlü ve sonsuz
teknik-taktik varyasyonların yapılabileceği bir oyundur. Süresi çok uzun ve bu
uzun süreyi sürekli yüksek konsantrasyon ve yüksek performansla tamamlama
sorunluluğu vardır. Hata affetmeyen ama bireysel yetenek ve hataların da skora
etki ettiği bir takım oyunudur. On bir oyuncunun da birbiriyle yardımlaşması,
dayanışması ve en önemlisi birbirlerini tamamlaması gerekir. Kendi oyun
kaliten, mücadelen ve taktiklerin kadar, rakibinin de oyun anlayışı ve
taktiklerini dikkate alman gerekir.
Aslında politik arenayla en büyük
benzerliği; teknik ekibin karşılaşacağı rakibi önceden çok iyi etüt etmesi ve
müsabaka öncesinden teknik, taktik, oyun anlayışı ve oyuncu seçimlerini çok iyi
yapıp hazırlanması gerekir. Çünkü oyun başladıktan sonra, oyuna çok müdahil
olamaz. Çünkü oyuncu değiştirme şansı azdır, oyun sırasında kenardan doğrudan
oyuna ve oyunculara sürekli müdahil olamaz. Aslında oyun başladıktan sonra,
teknik ekibin takıma etkisi, yüzde onu geçemez. Yani maçtan önce idaman,
teknik, mücadele anlayışı ve rakibin özellikleri oyunculara ezberletilmiş ve
neler yapacağını tam bilen bir takımla sahaya çıkmak zorunda. Aksi takdirde üstün
performanslı, kaliteli oyuncularla ve rakipten üstün olarak başladığın bir
oyunda bile, hezimet yaşanabilir ve bunun sayısız örnekleri vardır. Hiçbir
zaman rakibi küçümsememek, boş vermemek, üstünlüğüne güvenmemek, rakibe saygı
duymak ama sonuçta bunun bir mücadele olduğu ve savaş-düşmanlık olmadığının da
bilincinde olmak gerekiyor. Elbette oyunu rakibin hataları üstüne değil;
rakibine üstünlük sağlama üstüne kurmak gerekiyor. Sürekli hatalı goller yiyen
rakip kaleci, o maçta panter kesilebilir ya da sürekli hata yapan bir oyuncu, o
maçta hatasız oynayabilir. Onun için öncelikle rakibin zayıflığı veya oyundan
düşmesini beklemek yerine; rakipten daha fazla mücadele etmek ve kendi
performansını üst düzeye çıkarmak anlayışıyla sahaya çıkmak gerekir. Elbette
rakip hatalar yapar ve erken yorulursa, zaten bu değerlendirilecektir.
Psikolojik faktörler de
önemlidir. Coşkun bir seyirci, tribünleri coşturan amigolar da oyuncuların
moralini yükseltir ama sahadaki oyuncuların psikolojisi, mücadelesi ve oyun
anlayışı belirler skoru. Öyle ilginç bir oyundur ki; sahada perişan bir takım
gören seyirci, umudunu keserse kendi takımını yuhalamaya ve rakibi coşturarak,
kendi takımını ezmeye başlar. Başarısızlık müzminleşirse; seyirci bir daha
maçlara gelmemeye ve dağılmaya başlar… Seyirci gelmeyince ve taraftar desteği
olmayınca hem tribün ve hem de reklam gelirleri azalmaya başlar ve sonuç olarak
ekonomik iflas da kaçınılmaz hale gelir. Şu sıralar ülkemiz kulüplerinin ve
federasyonun başına gelenler budur! Yukarıdan aşağıya kötü ve kalitesiz
yönetimler var ama daha kötüsü; sporun, sporcunun, insan unsurunun
önemsenmediği ve de yönetimlerin tamamen Tayyip amigoluğu yaptığı bir ülkede:
her alanda olduğu gibi spor ve futbolda da kalitesizlik ve niteliksizlik başat
unsur olmak zorundadır. Bu ülkenin hazinesi, ekonomisi, kurumları, adalet ve
hukuku, eğitimi, üretimi, ticareti, yönetimi, ahlak-onur ve erdemi iflas
etmişse; sanat, spor ve bilim neden bundan payını almasın ki?
Örnek vermek adına zikretmek
durumundayım, yoksa kişiler ve hele niteliksiz kişiler üzerinden politika yapma
gibi bir kalitesizliğe düşmek istemem. Türkiye’nin en büyük kulüplerinden
birini, her alanda çökerten ve enkaza dönüştüren bir niteliksiz; nasıl
federasyon başkanı yapılır? Hayatı boyunca sadece Derwall’in mirasıyla bir
başarılar zinciri yakalamış ama sonrasında gittiği her yere kabadayılık,
bencillik, ahlaksızlık, şiddet, nefret taşımış ve spor adına da sürekli düşüş
yaşamış bir tescilli niteliksiz ve beceriksiz; nasıl ama nasıl milli takımlar
teknik direktörü yapılır ve dünyanın en hızlı düşüşünü yarattığı halde: neden
orada tutulur? Hadi tutuyorsunuz da; en başarısız antrenöre, dünyanın en yüksek
ücretini nasıl verirsiniz? Bu federasyonun görevi de tıpkı iktidar gibi;
yandaşlar ve taraftarlara bol bol ulufe dağıtmaktır ama kimin parasını kime
veriyorlar? Bir tane düzgün zemin yok diyeceğim ama yandaş ve yalak kulüplerde
alası var! Türkiye’nin üçüncü büyük kentinin, doğru düzgün bir stadı ve var
olan virane statlarının da, futbol oynanabilecek zemini yok! Daha ilginci;
köylere, kasabalara bile toplu konut, tesisler yapan TOKİ’nin, İZMİR’de bir
taşı bile yok! Şimdi politika yapmamak adına hangi futboldan veya spordan
konuşacağız?
Bu ülkede ne kulüplerde, ne
politikada ve ne de başka kurumlarda: başarısız olduğu, yolsuzluk, hırsızlık
veya hata yaptığından dolayı; 2002’den bu yana istifa eden olmamıştır! Daha
ilginci; yüzlerce ve hatta binlerce insanın katlinden sorumlu devlet bakanları
bile ve hem de pişkin pişkin sırıtarak koltuğuna daha iyi çöreklenmekte… Daha
beteri, başarısız olan muhalefet liderleri ve ülkenin bu durumunda katkıları
iktidar kadar olduğu halde; ısrarla koltuklarına daha fazla yapışmaktalar.
Çünkü bu ülkede kalitesizlik, niteliksizlik, yüzsüzlük, ilkesizlik, rezillik,
ahlaksızlık ve utanmazlık yükselme kriteridir! Önemli olan ranttır çünkü.
Yiyeceksin, yedireceksin, aç halkın önüne arada bir kemik atacaksın ve dişini
göstereni kafadan vuracak polis ama kuyruk sallayana ayakkabılarını
yalatacaksın! Meğer ne çok yalama varmış bu ülkede! Elbette bu yalamalara
bahşişi fazla verirsen, tuvalet kağıdı da kullanmaya gerek yok.
Adam tescilli amigo ve de
internasyonal yalaka ama Türkiye’nin en büyük kulüplerinden birinin, en önemli
yöneticisidir. Bir yalaka elbette, profesyonel mesleğini yapacaktır. Bir gelir
başkanını yalar, saraya gider merdivenleri, tırabzanları yalar ve gitmişken
sultanının eteğini ve elbet eteğinin içindekileri de yalar! Gerçi başkanı da;
ben bu kulübü kurtaracağım diye devraldı ama ilk basın toplasında; enkaz
devraldım, batırmışlar bu kulübü demeye başladı. İnsan hiç mali veya idari
durumunu bilmediği bir yere ve ne iş yapacağını bilmediği bir makama aday olur
mu? Hadi oldu diyelim; bu kurumun üyeleri, delegeleri; “tamam yapacağına
inanıyoruz ama sen şu plan, program ve yaratacağın kaynakları bir açıklasana”
demez mi? Bu ülkede denmez işte. Yapar be abi, iyi iktidar yalakasıdır ve
sultandan parayı alır derler. Peki borçlar ödense, mali durum düzelse ve
şampiyonluklar da gelse; bundan kulüp, camia, spor, etik-ahlak, dürüstlük ve
camia ne kazanacak? Son yıllarda, Türkiye şampiyonu olan kulüplerle, Türkiye
sınırları dışında –amiyane tabirle, “taşak geçiyorlar”! ama artık bu ülkede de
böyle olmaya başladı. Zaten artık şampiyon olanlar da, ekonomik olarak ve
yönetim olarak daha da alçalıyorlar.
Bu sorunları sadece yönetim,
altyapı, tesis sorunlarına bağlayamayız. Temelinde eğitim ve felsefe sorunu
vardır. Bir ülkede genel politik ve yönetim sorunu varsa ve niceliklerin
dışında bir nitelik üretilemiyor veya hiçbir nitelikte dünya istatistiklerinde
niceliksel ifade bulamıyor ama bütün rezalet ve melanetlerde en yüksek
niceliklerle ifade ediliyorsa; her alanda rezaleti konuşabiliriz ama onu da
konuşturmazlar! Çünkü bu ülkede hiçbir alanda özgürlük olmadığı, düşünce
özgürlüğü olmadığı gibi; düşünmenin kendisi de yassak hemşerim! Yoksa
düşünmekten, “makul şüpheli” bulur seni polis, hadi kafana sıksa kurtulursun
ama ömür boyu yargılanıp, müebbet almak da var. Bu ülkede hırsıza hırsız,
arsıza arsız, namussuza namussuz, şerefsize şerefsiz, diktatöre diktatör, katil
katil, yüzsüze yüzsüz demek de suç. Bu ülkede sadece alkışlayacaksın,
yalayacaksın, alçalacaksın, arsızlaşacak, ezecek, tecavüz edecek, bertaraf
edecek, linç edecek ama asla eleştirmeyeceksin! Bu ülkede asla ve asla onurlu,
erdemli, namuslu, ahlaklı ve saygılı olmayacaksın! Yoksa linç ederler, ezerler,
yok ederler… hem de bütün kurumlar, yandaşlar, rantiyeciler hep beraber, el
birliğiyle…
Artık Aziz Yıldırım’ın, kulüp
başkanı olması; ne Fenerbahçe’nin ve ne de futbolun, sporun yararına değildir.
Zaten geçmişteki başarı ve saygınlığı da yok olmaktadır. Zaten onun başkanlığı
da; onu taklit eden bir militanın kulüp başkanı olmasına ve futbolu iyice
terörize etmesine neden olmaktadır. O da Aziz YILDIRIM gibi baba olmak ve posta
koymak edasıyla –ve de Recep Sultan’ının gazlamasıyla- tam bir mafya babası
rolleri kesmeye başladı! Tam da bu günlerde, Aziz YILDIRIM istifa etse; bu
mafya babası pozları veren, sahte kabadayı; oturup hüngür hüngür ağlamaya
başlayacak. Çünkü Aziz Yıldırım’a karşı, onu fişekleyenler bile artık yüzüne
bakmayacak. Bir hafta ortalıkta, nasıl korkuttum, nasıl kaçırdım ama diyecek ve
sonra bakacak ki; ardında ve önünde kimse yok. Bu dağlarda bir başıma kalmışam,
yalnızam, avareyem diye feryadı basacak.
Milli veya özel her kulüp ve
kurumun ilke ve felsefeleri, sempatileri olmalı önceliği. Bu açıdan; ne işi var
Fenerbahçe’de Emre’nin ve Galatasaray’da Melo’nun! Onu da geçtik; Emre halen
milli takımda oynatılıyor. Yurt içi ve dışında; ırkçılıktan, ayrımcılığa ve
küfre kadar kaç defa suçlandı, disipline gitti ve hatta cezalar aldı… Başarı ve
performans adına korunuyor ve oynatılıyor ama Volkan’ın bu hale gelmesi de
onların korunmasının ve o takımlarda oynatılmasının birebir sonucudur. Bu
mikrop ve ahlaksızlıklar, genç futbolculara da bulaşacaktır ve bulaşmaktadır!
“Çürük elma, yanındakini de çürütür” ve çürüme yayılır gider bütün depoya.
Bütün bu dökülme ve çürümeler; altyapı, maliye, tesis sorunu değildir.
İlkesizlik, ahlaksızlık, felsefesizliğin getirdiği doğal sonuçtur. Şu an batakta
olmayan kulüp yok gibi ama asıl sorun mali kaynakların çarçur edilmesi değil;
insan kaynaklarının harcanması ve çürütülmesidir!
Amatör sporlar farklı mı acaba?
Önceden güreş ve halterde ithal teknik ekipler veya ithal sporcularla elde
ettiğimiz başarılar vardı. Ama kurumsallaşma ve eğitim yatırımları yapılmadığı
için bitti. Zaten AKP iktidarından sonra; amatör sporlarda şike ve doping
damgasını vurdu. Çünkü çürüme her yerde. Amaç mücadele, sporun yayılması değil;
rant yaratma ve kazanma olunca böyle olur. Derece kazananları altın ve ödüllere
boğar ama okullara, halka yatırım yapmazsanız, hem alttan yeniler gelmez ve hem
de üsttekiler; kilosunca altın kazanmak için her haltı yer. Maalesef amatör
branş yöneticileri de yandaşlık yarışında, spor müdürleri zaten yandaşlardan
atanıyor. Sürekli ödenekler artıyor ama ödenekler arttıkça rezalet ve
başarısızlık artıyor! Zaten her tesis yandaş müteahhitlere ihale edildiği için,
rezil yapılar ortaya çıkıyor ve sporcuları sakatlamaktan öte bir işe yaramıyor
ve hatta ölenler bir dünya! Örneğin yeni yapılan Erzurum’daki kış sporu
tesisleri çöktü! Orada uluslararası bir olimpiyat yapılmıştı. O sırada
çökmemesine şükretmeliyiz herhalde. Dünyanın en rezil facialarından biri
olurdu. Elbette bizim, yani halkın birkaç milyarı buharlaştı; yani daha
doğrusu, birilerinin kutusuna girdi!
·
*
*
Çocukluğumdan, Hacıosmanoğlu’nun,
Haziran Eylemleri’nde; biz Trabzonspor muhalif taraftarlarına küfredene kadar;
çocukluğumdan itibaren fanatik Trabzonsporluydum. Yine Trabzonsporluyum ama
desteklemek için, onun gitmesini bekliyorum. Bizler taraftar olarak; yönetici
veya sözleşmeli futbolcu, görevli değiliz ve de kulüpten maaş almıyoruz. Aksine
maça gidiyorsak, bilet alıp kulübümüze, forma veya başka eşyalar alıyorsak;
yine kulübümüze kazandırıyoruz. Ben Hacısomanoğlu’dan bedava forma veya başka
bir eşya almadım. Benim parasını verdiğim formayı nerede giyeceğime, nerelere
gideceğime ve hangi siyasi görüşten olduğuma karışma hakkını nereden alıyor?
Yanlış anlaşılmasın; bir partinin genel başkanı bile Trabzonspor başkanı
olabilir ama oraya seçildikten sonra; bütün siyasi görüşlerin kapsayıcısı olmak
ve partizanlık, şakşakçılık yapmamak zorunluluğu vardır. O taraftarı, siyasi
görüşüne taraftar yapmak, bölücülük yapmak için orayı kullanamaz ve taraftarın
stat dışındaki eylemleri onu ilgilendirmez. Asıl onun davranışları ve kulüp
yönetim faaliyetlerindeki tavırları taraftarı ilgilendirir. Bize meydanları
yasaklayan, Tayyip’i protesto edemezsiniz diyen bir başkan; gidip miting
şakşakçılığı yapamaz! Bunu yaptıktan sonra da; bütün siyasi parti mitinglerine
gitmeliydi ki; biz taraftarlar da, bizim başkanın miting hastalığı var derdik.
Şimdi, solcular, sosyalistler,
CHP’liler, LGBT’liler, Kürtler Trabzonspor taraftarı olamaz demek istiyorsun
yani. Elbette AKP’liler ve faşistler olabilir ve onlar kalmıştır artık sana.
Sen o kulübe hizmet verdiğini zannediyorsun ama bak; seksenli yıllarda bizler
trenlerle, hışır otobüslerle şehir şehir gezer ve cebimizde bir çay parası
yokken ve o beton statlarda, kış ayazında bir bardak su ve bir simitle destekliyorduk.
Üstelik takımımızın bir başarı da elde edemediği zamanlardı. Bunları şimdi en
iyi bilenler; Özkan Sümer, Şenol Güneş, Hami Mandıralı ve o zamanın diğer
futbolcuları, yöneticileridir. Onlarla konuşabilir, dinleyebilir ama lütfen
bize yaptığı gibi onlara da posta koyup, talimat vermesin. Onlar söyleyecektir,
Trabzonspor taraftarının kim olduğunu, karakterini… Bu takım amatör kümeye de
düşse; biz destekleriz. Ve bedava seyirci aldığın maçta bile; sekiz bin seyirci
topluyorsan, düşünmelisin. Bak sayın başkan; Trabzonspor, amatör kümede olsun
ve Olimpiyat stadında oynasın ve bilet fiyatını da 50 lira yap ama bize küfretme,
ayrıştırma ve bizi Trabzonspor taraftarlığı dışında yargılama ki; o stadı
biletli olarak SEKSEN BEŞ BİN KİŞİ dolduralım!
Bizler Vanlı, Diyarbakırlı,
Hakkarili, Edirneli Trabzonspor taraftarları olarak o statları doldururduk ve dünyanın neresinde karşılaşsak; sarılır
kaynaşırdık. Bizi birleştirir, seviştirirdi Trabzonspor sevgisi ve zaten artık
aramızda bir ayrımcılık, gayrıcılık kalmazdı. Sen başkanlığa geldiğinden beri;
bu kulüp –elbette AKP ve aşırı sağcılar dışında; kaç taraftar kazandı ve örneğin
kaç tane Kürt çocuğu Trabzonsporlu oldu ve örneğin bir tane solcunun çocuğunu
kazandırabildin mi bu camiaya? Senden sonra büyüyor muyuz; küçülüyor muyuz?
Faşistleri ve gericileri örgütlemek; sana ve sultanına kazandırabilir ama
Trabzonspor’un bu durumdan maddi ve manevi kazancı nedir? Hadi muhasebe
yapalım. Bu camiayı büyütmüyorsun; bölüyorsun, küçültüyorsun, nefret ve kin
ekiyorsun…
Borçları bitireceğim dedin ama
devraldığın zamandaki borç kadar; şimdi kulübün faiz yükü var. Tetikçilikten
THY reklamlarını aldın ama o reklam gelirleri, ancak bir aylık faizini öder bu
kulübün! Umurunda mı; borç kulübün nasılsa? Şenol Hoca, Fatih Hoca ve Hami
Hoca’yla yapamadığını; Vahit Hoca ile yapamazdın ama Ersun Hoca da hikaye…
Sorun hocalar da, teknik ekipte değil ki başkan; yıllardır kangrenleşmiş sorun:
YÖNETİM SORUNU! Şimdi sorun, kördüğüm oldu bile! Sürekli futbolcu transfer
ederek ve ödenmesi olanaksız borçların altına girerek başarı gelmez.
Trabzonspor, kendisi olduğu ve camiasıyla bütün olduğu zaman başarılı oldu. Ne
zaman ki; kendi ilke ve felsefelerini terk edip, İstanbul kulüplerine özendi,
kaybetti. Elbette çözümsüzlükte ısrar, çöküşü getirir… Yugoslav modası var,
Yugoslavlar; Avrupalı modası var, Avrupalılar; olmadı Afrikalılar; haydi
Brezilyalılar; moda yabancı hocalar, hadi bunu deneyelim… Sonuç fiyasko ve yine
de Şenol Güneş’in yönetiminde iki sezonluk başarı var. Hakikaten, geldiğinden
beri kaç futbolcu getirdin ve kaç hoca değişti ve bunların faizleriyle birlikte
maliyeti ne?
Olanaksız ama bu yıl ligde şampiyon
olsak ve Avrupa Ligi’nde şampiyon olsak –ki; daha ele gelir bir olasılık-
seneye mali yapıdan dolayı; TRABZONSPOR, ŞAMPİYONLAR LİGİ’NE KATILABİLİR Mİ?
Hadi sultan hazretlerin, UEFA’ya posta koydu ve katıldık diyelim ve de
ŞAMPİYONLAR LİGİ ŞAMPİYONU ve hatta ve hatta, DÜNYA KULÜPLER ŞAMPİYONU olduk
diyelim: BÜTÜN BUNLAR TRABZONSPOR’U, DÜZLÜĞE ÇIKARIR MI? Bütün bunları başarsan
da; artık bir kıymet-i harbiyesi yok başkan! Bütün bu başarılarını bile, Avni
Aker’de; en fazla on bin taraftarla kutlayacaksın! Kaybettin, sevgiyi,
sempatiyi, saygıyı kaybettin… Ben sadece ve sadece; Trabzonspor’un, kardeşliğin,
hoşgörünün, ahlak ve etiğin kaybetmesine üzülürüm. Şunu da unutma; bu takım
amatör lige düşer ama biz yönetiriz ve Anadolu’nun her yerinden genç amatör
futbolcularımız gelir ve bu takımda ücretsiz ve sadece köfte ekmek yiyerek
oynar ve oynadığımız her stat ücretli biletli ama Kürt ama solcu ama LGBTli ama
PKKlı taraftarlarla hınca hınç dolar! Bu sevgiyi, bu dayanışmayı, bu güzelliği
anlayabilir misin? Elbette o taraftarların hiçbiri, hakeme, rakibe, kendi
futbolcusuna veya yönetişine küfretmez, sahaya yabancı madde atmaz, sahaya
girmez ve en önemlisi; gencecik bir sporcunun kafasını patlatmaz! Bu utanç
senin, bu kan senin ellerinde ve bu terörün sorumlusu sensin, sayın başkan!
Orada başkan olman; sana
Trabzonspor’un sporun patronu, ağası, babası, dayısı, sahibi olman hakkını
vermez. Sen bir yönetici ve emanetçi olman dışında, bu camia üzerinde hak iddia
edemezsin! Hata yüz milyar dolar cebinden ver ama yine de, Trabzonspor’un
sahibi olamazsın! Patronu olabilirsin ama SAHİBİ OLAMAZSIN: ÇÜNKÜ, BU CAMİANIN
SAHİBİ, EFENDİSİ, PATRONU, KÖLESİ, YALAKASI, KULU, FAŞİSTİ OLAMAZ! Şayet kulüp
patronu olsaydın bile; SEN, MAÇTAN ÖNCE HAKEM ARAYAMAZSIN, O TAKIMI SAHADAN
ÇEKEMEZSİN VE HATTA SENİN SULTANIN BİLE ÇEKEMEZ! Bütün yöneticiler, teknik ekip
ve futbolcular emanetçidir ve TRABZONSPOR KULÜBÜ’NÜN CAMİASININ SAHİPLERİ
VARDIR VE ONLAR BÜTÜN ÜYELERİ, TARAFTARLARI VE HALKTIR! TRABZONSPOR’UN SAHİBİ,
TRABZONLULAR DA DEĞİLDİR, BUNU YAPMAYIN, CAMİAYI KÜÇÜLTMEYİN, KIŞKIRTMAYIN VE
TERÖRİZE ETMEYİN ARTIK! Maçın hakemi vermesi gereken penaltıyı vermedi ve bu
bir ilk değil. Hakemler görmez, tereddütte kalır vermez veya yanlış görür ve
olmayan penaltıyı da verebilir! Ben isterdim ki, verseydi ve o maçta Fenerbahçe
bizi penaltıyla yenseydi! En azından bu kadar ezilmezdik; ne bu takımın hali
ya, utanmadınız mı bu ezikliğe? O hakem, 3 kırmızı kart ve 5 penaltı verse
bile; TRABZONSPOR sahadan çekilemez ve doksan dakika boyunca son saniyesine
karar, skoru değiştirmenin mücadelesini verir. On gol yese de, ben mücadele
etmiyorum, kaçıyorum diyemez! Diyecekse; niye bu ligdesiniz ve niye maça
çıkıyorsunuz? Diyelim ki, çekilmek gerekli ama bunun kararını verecek olan da o
teknik ekip ve takım kaptanıdır! Kendine gel: SEN BAŞKAN OLMAKLA; TRABZONSPORUN
AĞASI, SAHİBİ, KABADAYISI, EFENDİSİ, KRALI, İMPARATORU OLMADIN! Bu sıfatlar
sana verilecekse; taraftar verir ama efendileşir, profesyonelleşir, sempati
kazanırsan verir. Ama bu şiddet ve nefret diliyle devam edersen; çok yakındır:
O SÜREKLİ KIŞKIRTTIĞIN TARAFTARLAR SANA KÜFRETMEYE VE BOZUK PARALARI SENİN
KAFANA YAĞDIRMAYA BAŞLAR! ÖRÜMCEKLER YUMURTADAN ÇIKINCA, ÖNCE KENDİ ANNELARİNİ
YİYEREK AVLANMAYA BAŞLARLAR!
Artık kapat şu nefret
defterlerini. Trabzonspor’un, düşmanı yok ve asla olamaz. Ne Aziz YILDIRIM, ne
Fenerbahçe ve ne de herhangi bir şahıs; TRABZONSPOR KULÜBÜNÜN VE CAMİASININ
DÜŞMANI DEĞİLDİR! Biz hep dostluğun, sevginin, dayanışmanın, hoşgörünün ve
kardeşliğin dilini kullanmak ve düşmanlık yerine, dayanışma yollarını
aramalıyız… Bizim misyonumuz, felsefemiz, ilkemiz bu olmuştur ve öyle olmak
zorunluluğu vardır. Bizim rakiplerimiz sahadadır ve mücadelemizi de;
centilmenlik, sevgi ve saygıdan taviz vermeden yapmak zorundayız. Bizler bu
ülkenin ve bu dünyanın insanlarıyız. Şayet çatışma, bölünme, kin, nefret ve
şiddete neden olacaksak; FESHEDELİM TRABZONSPOR’U gitsin ama iyilikleri ve
güzel anıları yaşasın yüreğimizde… Bizi hatırlayanlar tebessüm etsin ve gözleri
ışıldasın. Çünkü rüzgar eken, fırtına biçer, SAYIN BAŞKAN!
Artık o kupayı istemiyorum,
herkes işine baksın ve sağa sola sataşmasın lütfen. Bize kupa veya şampiyonluk
lazım değil artık; bize lazım olan: GÖNÜLLERDE ŞAMPİYON OLMAKTIR! Zaten o
sezon, biz mücadele azmimizle, Fenerbahçelilerin de gönlünde şampiyon olduk
zaten. Her gün uçakla bir futbolcu indiriyorsun Trabzon’a, iyi yönetin kulübü
de, şampiyon olun yani. Ama bu baba, kabadayı edalarınızla, posta koyma ve
tehditler savurmayla, bütün dünyanın kupalarını da alsanız; en azından beni bile
tekrar kazanamazsınız. Çünkü ben Trabzonlu da değilim, AKPli de; ÇÜNKÜ BEN
KOMÜNİSTİM SAYIN BAŞKAN VE BEN TRABZONSPOR DIŞINDA KİMSENİN, HİÇBİR PARTİNİN
KULU VE TARAFTARI OLAMAM! Sana hayırlı işler, yolun , pişmanlık duyanı
affederim ve camiamdan kimseyi dışlamam… “GÖNÜLLER YAPMAYA GELDİM, YIKMAYA
DEĞİL” diyor bu toprakların sevgilisi ve sekiz yüz yıldır yaşıyor
gönüllerimizde.
·
* *
Yukarıdan aşağıya kirlendikçe
kirleniyor ve sürekli şiddet ve nefretin içine batıyoruz. “Balık, baştan kokar”
hesabı. Bir ülkenin başbakanı çıkıp; “Ya taraf olacaksın, ya bertaraf!” derken
alkışlanıyorsa ve “ananı da al git”, gencecik çocuklar, gençler katledilirken;
“emri ben derdim” diyerek, ölüm emrini verdiğini haykırabiliyor ve hatta
kendisini protesto eden acılı bir insanı yumruklayabiliyor, bir vali vatandaşa
“gavat” diyor ve başkaları daha kötü faşistlikler yapıyor ama bunlar protesto
edilmek, istifa etmek, görevden uzaklaştırılmak yerine sürekli daha da
yükseltiliyorsa: çoğunluk faşistleşmiş ve faşizmi benimsemiş demektir! Zaten
faşizm; ayrımcılıkla başlar ve ayrımcılık arttıkça şiddet yükselir. Bu şiddet
ve ayrımcılık dalgasının, devleti ele geçirmesinden çok; yüzde yirmi oranında
halkı örgütlemesi; egemenlik kurması için yeterlidir! Tarihteki bütün faşist
yönetimlerde olan budur. Ancak sorun; şiddete yatkın olmamız, eğitim
sistemimizin de dogmatik ve despot olmasıdır. Bu yüzden uygarlaşmak ve insani
değerleri benimsemek yerine; sürekli ilkelleşerek, kültürümüzdeki şiddet
ögelerine sarılıyoruz.
Eti senin, kemiği benim; koca
sever de, döver de; hocanın vurduğu yerde gül biter, iti an, çomağı hazırla,
kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etme, kızını dövmeyen, dizini
döver; yılanın başını küçükten ezeceksin ya da: nush ile uslanmayanı etmeli
tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir… gibi onlarca deyim ve
atasözümüz var ve şiddet her türlü kültürümüzün ve hayatımızın bir parçası!
Yani uygar kültüre ve etik ilkelere uyum sağlayamadıkça daha da ilkelleşiyor ve
şiddete sarılıyoruz. Birbiriyle ilgili üç örnek vereceğim. Galiba ilki; milli
takımda iki genç oyuncumuz arasındaki sürtüşmeydi. Medyadan öğrendiğim
kadarıyla: bir genç ve hem de milli takım kampında, diğer arkadaşına silah
çekmiş ve ölümle tehdit etmiş! Bu tür fevri olaylar olabilir ama bu durumda
resmi tutanak tutulur ve federasyon ve hem de adli merciler, yasal işlemlerini
yaparlar ki; örnek olmasın, yaygınlaşmasın… Mağdur genç de haklı olarak; teknik
direktörü, Fatih TERİM’e iletiyor durumu. Anladığım kadarıyla, hoca da; kapatalım
bu konuyu, öpim de geçsin mealinde bir şeyler söylüyor ama ısrarla da, bu
olayı; kimseye anlatmamasını tembihliyor. Yani yıllar öncesinden hatırlıyorum;
kırmızı kart gören gencecik futbolcuya ve hem de kamera ve seyircilerin önünde
sille tokat daldı ve kıçına da tekmeyi yapıştırmıştı! Ne seyirciler, ne
insanlar ve ne de kulüp yöneticilerinden bir kınama bile gelmedi.
Anladığım kadarıyla bu genç olayı
babasına anlatmış ve galiba babası da haklı olarak, savcılığa suç duyurusunda
bulunmuş. Herhalde yani, adamın oğluna silah çekilmiş ve üstüne üstlük, bir de
ölümle tehdit edilmiş. Olan mağdur gence oldu. Fatih TERİM, onu kaypaklık ve
ihanetle suçladı ve halen milli takımdan tecritli. Sonuç; halen görev yaptığı
sürede takımına en hızlı irtifa kaybı yaşatan ve dünyanın en ballı ücretini
alan kişi olarak görevine devam ediyor. Galiba ücret ve pirimleri de;
başarısızlığına endeksli olarak artıyor!
İkincisi, sultanımızla ilgili.
Kazakistan’da bir özel okuldaki, T.C. vatandaşımız meslektaşım, öğrencisine bir
tokat patlatmış. İyi de yapmış hani, başka nasıl terbiye edilir bir çocuk ama
elin barbar Kazakları olayı; öğrenciye şiddet diye yorumlamış. Bak sen tescilli
at hırsızlarına; bir de utanmadan 2 sene hapis cezası verin! Devletlü Tayyip
Sultanımız Hazretleri, resmi ziyarette; onların başkanından ricacı oldu hani.
Sonra kefalet falan, kitabına uydurdular ve bir daha Kazakistan sınırlarının
etrafına bile yaklaşmaması kaydıyla, sınır dışı ettiler şefkatli hocamı.
Halbuki hocamız kafa atmamış, kafasını masaya, duvara, tahtaya çarpmamış ve bir
yerini de kırmamış hani. Uyarı babında ve hem de elini yumruk bile yapmadan
vurmuş yani. Oysa benim kafam ne çok çarptırıldı yazı tahtalarına, öğretmen kürsülerine,
hele hoca mekteplerinde az mı vurdu, imam efendiler bilek kalınlığı köteklerle
kafama kafama… öyle olmasa, her bir şeyi nasıl ezberleyecektim ki? Allah razı
olsun bütün öğretmenlerimden ve imam efendilerden… Yoksa nasıl, bu kadar
bilgili olacaktım yani? Laf aramızda, benim kafa da amma sağlammış ha.
Üçüncüsü, geçen hafta oldu.
Gazeteden okuduğuma göre; genç bir basketbolcu ve hem de hocasının karşısında,
soyunma odasında ileri geri konuşmuş. Haklı olarak da hocaefendi; basmış
tokadı, haddini bildirmiş ukelaya. Adam olmazsan, böyle adam ederler seni. Ya
bu puşt basın da, her şeyi öğreniyor yani. Bir olay varmış gibi, haber yapın
siz. Delikanlı hocam da; aslanlar gibi çıktı basının karşısına: vurdum, iyi
yaptım, adam olsun hıyar; 19 yaşına gelmiş ama adam olmayı öğrenememiş… artık
öğrenecek, bir daha böyle hata yapsın, eşek sudan gelinceye kadar döverim dedi.
Haklı adam; hoca bu, hata yapınca dövecek, güzel şeyler yapınca öpecek yani.
Başka türlü nasıl eğitilir, adam edilir bu zamane serserileri yani?
Haklı olarak, Galatasaray
yönetimi ve basketbol federasyonumuz; hocamızı desteklediler ve ellerine sağlık
dediler. O zibidi de hareketlerine dikkat etsin, adam olsun, yoksa biz alırız
ifadesini dediler. Yani hoca bu, hem döver ve hem de si.. pardon ya, sever
diyecektik yani. Ama si, deyince; merak etmeyin cinsel tacizden tecavüze ve de
şiddete ne rezillikler arıyorsanız; kamplarda, antrenmanlarda var ve çoğu
adliyede. Öyle bir ahlaksızlık ve sapıklık yayılmış ki; geçmiş yıllardan bir
örnek vermem yeterli olacak: babası yaşındaki devlet antrenörü, kızı yaşındaki
milli atlet öğrencisini çalıştırırken, farklı çalışmalar yapıyor tabi. Rezalet
ortaya çıkınca, ayıp olmasın diye resmen evleniyorlar ve ne atletizm
federasyonundan ve ne de bakanlıktan ihraç gelmiyor. Nasılsa ikisinin maaşı da
devletten. Devlette de resmiyet önemli olduğuna göre; resmen evlenince sorun
yok yani. Sonrası, ziyan olan bir milli atlet. Normal bu ülkede. İlkokuldan,
ortaokuldan, liseden mezun ettiği ya da etmediği öğrencisiyle evlenen az mı;
sübyancı öğretmen, imam, ilahiyatçı var bu ülkede ve hangimiz bunların yüzüne
tükürüyoruz ki?
Benim bir hısmım ilahiyatçı hoca;
imam hatipteki kız öğrencisini, eşinin üstüne kuma getirdi ve şimdiler de ondan
da epey çocuğu oldu. Ne güzel işte, nüfusumuzu arttırıyor, ilahiyatçı.
Devletimizin onu ödüllendirmesi gerekmiyor mu? Ne örnek ve ne ahlaklı davranış
değil mi?
Uzun süredir yurtdışına çıkmayı
erteliyorum. Bir T.C. vatandaşı olmak, utandırıyor beni artık! Atatürk; “ben
sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim” demişti ve sorunumuz da tam bu,
AHLAK, teriminde düğümleniyor. Devlet, iktidar, yönetim, kurumlar ve de toplum
olarak ahlak ve etik değerlerimizi yitiriyorsak; spor da bundan azami ölçüde
nasibini alacaktır elbet ama asıl önemlisi: utanmazlıktır! Çünkü utanmayan
insan; ne kendisiyle ve ne de sorunlarıyla yüzleşebilir. Artık her alanda
herkesin; başarı için her şeye hakkı olduğu ve kazananın haklı olduğu bir
sapkınlığın içindeyiz. Bu durumu aşmanın da tek yolu: nefret ve şiddet
söylemini ve de eylemini hayatımızdan çıkarmamız lazım. Şiddetin ve nefretin
olduğu bir toplumda tartışmak, sorunları ortaya koymak ve uzlaşmak olanağı
yoktur. O yüzden karanlık bir tünelin içinde kaldık ve çıkışı bilmiyoruz ama
gördüğümüz ışığa koşmak da çözüm olmayabilir. O, üzerimize gelen bir hızlı tren
de olabilir! Didişmek, saldırmak ve savaşmak yerine; bir an durup düşünmemiz
gerekiyor. Neden, niçin savaşıyoruz ve bizim amacımız ne? Bu ülke insanlarının,
sadece ve sadece; bir on dakikalığına, kendi aklıyla düşünmeye gereksinimi var.
Ama sadece kendisi ve çocuklarının geleceği için. Kendi aklımız bizi doğru
olana götürür, çünkü her insanın özünde; sevgi ve iyilik egemendir ve maalesef,
insanın iyi özünü toplumun egemenleri bozar.
Mehmet
BAYDAN
15.02.2015